PEYGAMBERLİK VE İLK VAHİY

Resulullah (s.a.) kırk yaşını doldurmuştu. Aydınlık belirtileri ve mutluluğun işaretleri görünüp peygamberlikle görevlendirilme zamanı gelmişti. Karanlığın yoğunlaşıp kötülüğün artmasından sonra bunun böyle olması Yaratan'ın bir kanunudur.

Kararsızlık zirveye ulaşmıştı. Sanki O bir deve sürücüsü gibiydi. Kendisine yalnızlık sevdirildi. Bu sebeple O'nun için, yalnız kalmaktan daha sevgili bir şey yoktu. Mekke'den çıkıp, evlerden uzaklaştıktan sonra Mekke dağlarının vadilerine ve ıssız bölgelerine çekiliyordu. Yanından geçtiği her taş O'na; Esselâmu Aleyke Ya Resulullah (Selam sana ey Allah'ın Resulü) diyordu. Resulullah (s.a.) başını çevirip sağına, soluna, arkasına, çevresine bakıyor; fakat ağaç ve taşlardan başka bir şey göremiyordu. Resulullah'ın (s.a.) gördüğü sadık rüyalar bu işin başlangıcıydı. O'nun gördüğü her rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkar ve gerçekleşirdi.

Hira Mağarası'nda

O, Hira mağarasında sık sık uzlete çekiliyordu. Günlerce orada kaldığı için yanında yiyecek getiriyordu. Hz. İbrahim'in (a.s.) Hanif dinine uyarak Yaratan'a yönelen temiz fıtrat üzere kulluk edip dua ediyordu.

İlk Vahiy ve Peygamberlik

Bir defasında yine bu haldeyken peygamberliği için beklenilen gün gelmişti. Bu Ramazanın 17. günü, doğumunun 41. senesi olup tarih 6 Ağustos 610'u gösteriyordu. Yine bir gün Hira'da bulunurken Cebrail O'nun yanına gelip: "İkra (Oku)!" dedi.

Resulullah (s.a.):

"Ben okuma bilmem!" diye cevap verdi.

Resulullah (s.a.) olayı şöyle anlatır:

"Beni tutup takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmem!" dedim. O beni tekrar tutup iki defa takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve tekrar: "Oku!" dedi.

Ben:

"Okuma bilmem!" dedim. Üçüncü defa beni tutup sıktı. Sonra bıraktı ve: "Oku! Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla. Ki O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı. Oku! Ki Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı ve insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir." (Alak, 1-5) dedi. Bu, nübüvvetin ilk günü olup Kur'an vahyinin başlangıcıydı.

Hz. Hatice'nin Evinde

Resulullah (s.a.) korkmuştu. Çünkü bu, bilip işitmediği bir şeydi. Fetret devri uzayınca Araplar da peygamberler ve peygamberlikten uzaklaşmıştı. Resulullah (s.a.) kendisinden korkup yüreği titreyerek evine döndü. Ve:

"Beni örtünüz! Beni örtünüz! Muhakkak ki ben kendimden korkuyorum." dedi. Hz. Hatice O'nun niçin bu durumda olduğunu sorunca, ona başından geçenleri anlattı.

Hz. Hatice, peygamberlik, peygamber ve melekleri işitmiş, akıllı ve faziletli bir kadındı. Tevrat ve İncil saliklerinden birçok şeyler duyup çeşitli kitaplar okumuş ve cahiliye devrinde Hristiyanlığı kabul etmiş, amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'i ziyaret ediyordu. Mekkelilerden doğru düşünen ve temiz fıtrat sahibi kimselerin reddettiği şeyleri o da kabul etmiyordu.

Resulullah (s.a.) yanında ayrı bir yeri olup kendisi ile bir arada bulunması, O'nun gizli ve açık şeylerini bilmesi sebebiyle Resulullah'ın (s.a.) ahlâkını en iyi o biliyordu. O, Resulullah'ın (s.a.) ahlâkını ve çeşitli özelliklerini yakından görmüştü. Bu özellikler O'nun Yaratan tarafından desteklenip muvaffak kılındığını, insanlar arasından seçilip davranış ve hareketlerinden razı olunduğunu açıkça gösteriyordu. Böyle bir insandan, 'şeytan vesvese veriyor veya cin çarpmıştır' diye asla korkulmazdı. Şayet böyle olsaydı Yaratan'ın hikmeti, yaratıkları üzerindeki kanunu ve merhameti ile onun bildikleri arasında bir çelişki olurdu. Bunun için o, bütün inanç ve güveni ile kuvvet ve desteği ile Peygamberimize (s.a) şöyle dedi:

"Hiç korkma! Allah Seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye uğratmaz. Çünkü Sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların yüklerini taşırsın, yoksula kimsenin vermediğini verir, kazandıramadığını kazandırırsın. Misafirleri ağırlarsın. Uğradıkları musibet ve felaketlerde halka yardım edersin.