Arthur, bir sonraki çıkıntıya gözlerini dikti. Mesafe oldukça fazlaydı; buraya sıçramak ya da halatla sallanarak ulaşmaya çalışmak riskli ve tehlikeliydi. Bir an durup düşündü. Halat elindeydi ve sağlamdı. Zihni hızla çözüm yollarını değerlendirmeye başladı. Bu tür zor durumlarda hızlı düşünmek bir savaşçı için hayatta kalmanın anahtarıydı.
"Halat bir köprü olabilir," diye fısıldadı kendi kendine. Kendi gücünü ve halatın sağlamlığını hesapladı. Eğer halatı karşıdaki çıkıntıya sabitleyebilir ve iki ucunu gergin tutabilirse, bu ip üzerinde elleriyle ve kollarıyla ilerleyebilir, bir köprü gibi kullanabilirdi.
Gözlerini dikkatle karşıdaki çıkıntıya odakladı. Küçük bir çıkıntıydı, ama orada halatı sabitleyebileceği küçük bir sivri nokta gördü. Gözleriyle mesafeyi ve ipin uzunluğunu hesapladı. Planını kafasında şekillendirdikten sonra harekete geçti.
Arthur, elindeki halatın bir ucunu özenle düğümledi. Bu düğümü, halatı karşıdaki çıkıntıya dolayarak sabitlemek için kullanacaktı. Ancak önce ipin ucunu karşı tarafa atması gerekiyordu. Halatı birkaç kez elinde ölçüp dengeledi, doğru ağırlığı hissedince derin bir nefes aldı ve tüm gücünü kullanarak halatı ileriye doğru fırlattı.
Halat, havada kıvrılarak hareket etti ve ucundaki düğüm tam hedeflediği noktaya, karşıdaki çıkıntının sivri kısmına sarıldı. Halat sarkarken bir an sessizlik oldu. Arthur, gözleriyle halatı dikkatle inceledi. İp, yerine sıkıca dolanmış ve düşmeden sabitlenmişti. Küçük bir test yapmak için halatı birkaç kez çekiştirdi. Halatın sağlam olduğunu hissettiğinde, planını uygulamak için kendini hazır hissetti.
Şimdi, halatın diğer ucunu bulunduğu noktaya sabitlemesi gerekiyordu. Halatın ucunu, biraz önce kullandığı metal çubuğa sıkıca bağladı. Düğümün sağlamlığını bir kez daha test etti ve elleriyle gerilen ipi kavradı. Halat şimdi iki çıkıntı arasında sıkı bir çizgi gibi duruyordu.
Arthur, halatı dikkatlice kontrol ederken, bu yolculuğun yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir sınav olduğunu bir kez daha hissetti. Gözlerini boşluğa dikti, derin bir nefes aldı ve ip boyunca ilerlemek için pozisyonunu aldı.
Barfiks pozisyonunda ilerleyecekti. Ellerini halata sıkıca yerleştirip tüm ağırlığını kollarına verdi. İlk başta halat hafifçe sallandı, ama Arthur ağırlığını dengelemeyi başardı. Kolları güçlüydü; yıllarca savaş meydanlarında kılıç taşıyan bir savaşçının kollarıydı bunlar. Halat boyunca yavaşça ilerlemeye başladı, ayaklarını boşluğun karanlığından koruyormuş gibi yukarıda tuttu.
Her hareketi yavaş ve dikkatliydi. Kolları her defasında biraz daha gerilse de, Arthur sabrını kaybetmiyor ve odaklanmaya devam ediyordu. Ellerini birbiri ardına halat boyunca hareket ettirirken, arada bir kısa duraklayarak nefesini düzenliyordu. Halatın sallanması azalmıştı, ama hala hafif bir titreme vardı. Arthur bunu görmezden gelerek ilerlemeye devam etti.
Zaman yavaşlamış gibi hissettiriyordu, ama Arthur'un kararlılığı zirvedeydi. Tüm dikkati, ipteki tutuşundaydı. Kollarındaki kaslar yanmaya başlamıştı, ama buna alışkındı. Zihni ise sürekli olarak bir sonraki hareketine odaklanmıştı. Bir adım daha… bir adım daha...
Sonunda, karşıdaki çıkıntıya yaklaştı. Halatın sonuna ulaşırken, ayaklarını çıkıntının dar yüzeyine yerleştirdi ve dengesini sağlam bir şekilde kurdu. Ellerini halattan bırakıp bir süre dizlerini bükerek nefeslendi. Kolları yanıyor, alnında ter damlaları birikiyordu. Ama bir kez daha kendisini bu ölümcül sınavdan kurtarmıştı.
Şimdi, boşluğun ötesindeki bu çıkıntıda, gözlerini ileriye dikti. Yeni bir yol onu bekliyordu. Ama bir anlığına durup başardığı şeyi düşündü. İçinde hâlâ Lavinya'nın onu izlediğini hissetti. Bu onun testi, ama aynı zamanda bir sınırı aşma yolculuğuydu.
Arthur, derin bir nefes aldı, kollarını biraz gevşeterek dinlendirdi ve gözlerini bir sonraki engeli anlamak için dikkatlice ileriye doğru çevirdi. Bu sınav henüz bitmemişti.
Arthur, çıkıntı üzerinde diz çökmüş halde nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Kollarındaki kaslar, az önceki çabadan dolayı yanıyordu, ama nefesleri yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Çevresini incelediğinde, durumun vahametini bir kez daha fark etti. Artık geri dönmesi mümkün değildi; halatını da yerinden sökmüş ve yanına almıştı. Geride bıraktığı hiçbir şey yoktu, sadece karanlık bir boşluk ve az önce başardığı geçişin zorluğu.
Yukarıdaki sarı gökyüzü hala ona tehditkâr bir şekilde bakıyordu. Altın parıltılar, tuhaf bir huzursuzluk yayıyor ve bu yapay atmosfer, Arthur'un bir tür tuzağın içindeki bir fare gibi hissetmesine neden oluyordu. Aşağıda ise bilinmezlik, dipsiz bir karanlık vardı. Gözü oraya takılmaya devam ettikçe içgüdüsel bir ürperti hissediyordu. Gözlerini çabucak başka bir noktaya kaydırarak kendi kendine mırıldandı: "Korkuya yer yok, Arthur. İleriye bak."
Gözlerini tekrar karşıdaki kara parçasına çevirdi. Artık çok yakındı, neredeyse ona ulaşmak üzereydi. Ancak bir engel daha vardı: Önündeki son çıkıntıya ulaşması gerekiyordu. Bu, bir önceki geçişinden daha kısa bir mesafedeydi, ama bu kadar yaklaştıkça zorluk artıyormuş gibi hissediyordu. Halatını tekrar sıkıca kavradı ve planını kafasında kurdu.
Halatın bir ucunu yeniden dikkatlice elindeki düğümlerle hazırladı ve karşıdaki çıkıntıya fırlattı. Halat, tam hedeflediği noktaya dolandı. Eliyle birkaç kez çekip sağlamlığını test etti. Düğüm yerine oturmuş ve sıkıca bağlanmıştı. Halatın diğer ucunu, bulunduğu çıkıntıya sabitleyip dikkatle düğümledi.
Artık son bir barfiks yolculuğu daha yapması gerekiyordu. Ancak bu sefer hedef çok daha yakındı. Planını kafasında netleştirdikten sonra halatı sıkıca kavradı ve yeniden pozisyon aldı. Derin bir nefes alıp, zihninde yalnızca bu geçişe odaklanarak kendini ileriye doğru itti.
Ellerini halat boyunca dikkatle hareket ettiriyor, kollarını her defasında biraz daha öne kaydırıyordu. Artık bu hareket onun için daha doğal hale gelmişti, ama yine de dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Her şey yolunda gidiyor gibiydi. Boşluğun üzerindeki karanlık yine ona meydan okuyor, ama o kararlılıkla ilerliyordu.
Sonunda, çıkıntıya iyice yaklaştı. Artık ayaklarını çıkıntıya koyup kurtulma anı gelmişti. Bir elini halata sıkıca tutarken diğer eliyle dengeyi sağladı ve ayağını dikkatlice çıkıntıya uzattı. Ancak bir anda zeminin daha kaygan olduğunu fark etti. Ayağı yere değer değmez altındaki çıkıntı, pürüzsüz bir taş gibi hissettirdi.
Tam dengesini bulmaya çalışırken, ayağı kaydı. Vücudu aniden kontrolsüz bir şekilde geriye doğru savrulmaya başladı. Kalbi bir anlığına durdu; bu onun sonu olabilirdi. Ama refleksleri devreye girdi. Halatı tuttuğu eli gevşemeden sıkıca kavradı ve düşerken diğer eliyle de halata tutunmayı başardı.
Şimdi boşluğun üzerinde, halata sıkıca asılmış bir halde sallanıyordu. Aşağıdaki karanlık, sanki onu içine çekmek istiyormuş gibi sessiz ve ürkütücüydü. Arthur'un nefesi hızlanmıştı, ama paniklemedi. Sakin kalmak zorundaydı.
Halatın sağlam olduğunu hissettiğinde, kendini yavaşça yukarı çekmeye başladı. Kollarındaki kaslar yine geriliyor, her hareketi biraz daha güç harcamasını gerektiriyordu. Tüm gücünü ve kararlılığını kullanarak kendini yeniden toparladı. Halat boyunca yukarı doğru ilerledi ve sonunda tekrar çıkıntıya ulaştı. Bu kez daha dikkatli bir şekilde ayaklarını yerleştirdi, dengesini sağladı ve derin bir nefes aldı.
Kısa bir süre kendini sabit tutarak nefeslendi. Kollarındaki yanma hissi şiddetlenmişti, ama bunun önemi yoktu. Karşısındaki kara parçasına artık çok daha yakındı.
Halatı bir kez daha kontrol etti ve dikkatlice kara parçasına geçmek için hazırlık yaptı. Bu son hamlesini aynı kararlılıkla tamamladı. Birkaç dakika sonra, Arthur, ayaklarıyla kara parçasına bastığında rahat bir nefes aldı. Şimdi zeminin sağlamlığı, ona bir anlık güvenlik hissi verdi. Ama bu sınavın yalnızca bir parçasını tamamlamış olduğunu biliyordu.
Gözlerini yukarıya, etrafına ve tekrar ilerideki yola çevirdi. Artık bir sonraki aşamaya hazırdı. Ancak aklında hala Lavinya'nın onu izliyor olabileceği düşüncesi vardı. "Bu iş burada bitmedi," dedi kendi kendine ve dikkatle ileriye doğru bakmaya başladı.
Arthur, nihayet karşıya geçip kara parçasının sağlam zeminine bastığında, derin bir nefes aldı. Ellerindeki hafif titremeyi fark etti ama bu durum yalnızca az önce yaşadığı çabanın ve tehlikenin bir yansımasıydı. Bir süre olduğu yerde durarak etrafını inceledi, bu tuhaf dünyanın sunduğu yeni detayları anlamaya çalışıyordu.
Bulunduğu alan, bir şekilde karanlık ve gösterişli bir atmosferin birleşimiydi. Etrafında altın motiflerle işlenmiş, parlayan duvarlar yükseliyordu. Motifler, bir yandan zarif ve sanatsal bir inceliği temsil ediyor, diğer yandan da görkemli ve tehditkâr bir his yayıyordu. Spiral şekiller, ejderha desenleri ve birbirine dolanan karmaşık işaretler, bu dünyada yalnız olmadığını ima eder gibiydi.
Arthur, gözlerini altın motifler üzerinde gezdirdi. Ellerini kılıcının kabzasını arıyormuş gibi otomatik bir şekilde beline götürdü, ama kılıcı ve zırhı boşluğun öteki tarafında bırakmak zorunda kaldığını hatırlayınca yüzünde hafif bir burukluk belirdi. Derin bir nefes alıp kafasını toparladı. Burada zırhı ya da kılıcı yoktu; yalnızca gücü, zekası ve kararlılığı vardı.
Bir anlığına aklı, krallığına, kralın ona verdiği göreve ve Frosthaven'ın harap olmuş köyüne kaydı. Bu görev, ejderhayı bulup tehdidi ortadan kaldırmakla ilgiliydi. Ama şimdi bu tuhaf dünyada, Lavinya'nın oyununda sıkışmıştı. Gözlerinin önüne kralın taht odasında onu çağırdığı sahne geldi. Zırhını kuşanmış, kılıcını taşıdığı o anda ne kadar güçlü hissettiğini hatırladı. Arkadaşları... Markon, Derren ve Elric'in yüzleri de bir an gözünün önünden geçti. Bu görevi bitirip onlara geri dönmeliydi.
"Beni burada durduran ne varsa, onu aşacağım," diye mırıldandı kendi kendine. Gözleri kararlılıkla parlıyordu. Şimdi bu duvarların ardında ne olduğunu çözmek ve bir adım daha ilerlemek zorundaydı.
Etrafını dikkatle taradı. Tam karşısı tamamen kapalı bir duvardı, kaçışı olmayan bir yol gibi görünüyordu. Ancak sağ çaprazında dikkatini çeken bir nokta vardı. Bu nokta, bir geçide benziyordu; duvarın altın motiflerindeki kıvrımlar, buraya doğru akıyormuş gibi bir hissiyat yaratıyordu. Arthur, bu geçidin onu bir sonraki noktaya götüreceğine karar vererek hızlı ama dikkatli adımlarla oraya doğru ilerledi.
Geçidi geçtikten sonra bir süre boyunca dar bir yoldan yürüdü. Altın desenler boyunca ilerlerken, her adımında ayak sesleri yankılanıyordu. Yerin pürüzsüz yüzeyi, sanki her an kayıp onu başka bir boyuta çekecekmiş gibi parlıyordu. Hava ise sessizdi, ama aynı zamanda bir şeylerin varlığını hissettiriyordu; bu sessizlik, Arthur'u daha da tetikte tutuyordu.
Bir süre sonra, önüne gün batımını andıran bir renk yayan devasa bir kapı çıktı. Bu kapı, diğerlerinden tamamen farklıydı. Altın desenlerle süslenmişti, ama ortasında yuvarlak bir mor daire vardı. Dairenin içinde, sıvıya benzeyen bir madde yavaşça hareket ediyordu. Sıvı, morun koyu tonlarında titreşerek adeta canlıymış gibi kıvrılıyordu. Kapının üzerindeki bu yuvarlak motif, hem büyüleyici hem de tehdit ediciydi.
Arthur, gözlerini mor daireye dikti. İçindeki sıvı dalgalanıyor, bir anlığına ona bakıyormuş gibi hissettiriyordu. "Bu da nedir?" diye kendi kendine sordu. Ellerini kapının yüzeyine koymaya tereddüt etti. Ama başka bir seçeneği yoktu. Bu kapıyı geçmeden ilerleyemezdi.
Dairenin hareketlerini dikkatlice izledi. Mor sıvı, sanki Arthur'un varlığını hissetmiş gibi daha hızlı dalgalanmaya başladı. Arthur bir an geri çekildi, ama bu kapının bir sınavın parçası olduğunu anlamakta gecikmedi. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapıdan ayırmadan geri bir adım attı.
Kapıyı geçmek için yapması gerekeni çözmeye çalışırken, kafasında Lavinya'nın sesi yankılandı: "Aklını kullan..." Bu sesi bir yanılsama olarak görmezden gelmeye çalışsa da, içgüdüleri bu sözleri dikkate almasını söylüyordu. Arthur, mor sıvıyı izleyerek bir çözüm aramaya koyuldu. Bu kapı, bir cevap ya da bir hareket bekliyor gibiydi.
Arthur, tereddütle kapıdaki mor noktaya elini uzattı. Yaklaşırken, ilk bakışta sıvı gibi görünen bu şeyin dokunabileceği bir şey olmadığını sanıyordu. Ancak parmakları yüzeye temas ettiğinde, bunun katı bir madde olduğunu fark etti. Şaşkın bir şekilde hafifçe bastırdı ve bu tuhaf madde, aslında bir kapı kolu gibi hareket etmeye başladı.
Önce sağa çevirdi. Kapının yüzeyi hafifçe titreşti ama başka bir tepki vermedi. Sonra sola çevirdiğinde, ağır ve yavaş bir mekanik ses duyuldu. Kapının ortası ince bir çizgiyle ayrılmaya başladı, ardından iki parça birer kanat gibi yavaşça yana doğru kaydı.
Arthur, içeriye açılan bu yeni alanın ötesine bakarken kendi kendine mırıldandı. "Bu kız gerçekten bir platformcuymuş... Her tasarımı hem göze hitap ediyor hem de ince bir zekâ gerektiriyor. Zarafetli bir zorluk..." Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu, ama bu kısa sürdü. İçeri adım atarken karşısına çıkan manzara, onun bu düşüncelerini hızla susturdu.