5

Kara Elmas'ın kalıntıları ve Nytheria'nın gölgesi artık onun yolundaydı. Ancak Vladis, yalnızca düşmanlarla değil, kendi lanetiyle de yüzleşmek zorunda kalacaktı.

Vladis Drakovan, Kan Melekleri'nin derinliklerinden çıkıp kovanın taş koridorlarını ve gotik sütunlarla bezenmiş yollarını geride bırakırken, girişte karşılaştığı muhafızlar bir kez daha önünde belirdi. Her iki muhafız da Vladis'in varlığına alışık olmayan bakışlarla onu süzerken, dikkatlerini yine ona odaklamışlardı. Ancak bu kez doğrudan bir müdahalede bulunmadılar.

Birinci muhafız, uzun mızrağını yere dik şekilde yaslayarak başını hafifçe eğdi ve alaycı bir sesle konuştu. "Demek o kadar yıl sonra buraya gelip, sadece birkaç kelime konuşmak için geldin, Vladis Drakovan. Kan Melekleri'nin topraklarından böylece çıkmana izin veriyoruz, ama umarım bu bir dönüş anlamına gelmez."

Vladis, duraksamadan yürümeye devam etti. Muhafızların sözlerini aldırmadan geçip giderken, soğuk bir sesle yanıt verdi. "Bir dönüş olursa, yalnızca karanlığın kendisiyle döneceğim. Ve o zaman bu sözleri hatırlamanızı öneririm."

Bu kısa cevap, muhafızları anlık bir sessizliğe sürükledi. Vladis'in pelerininin karanlıkta savrulan ucunu izlerken, ona dair karanlık bir aurayı hissediyorlardı. Bu adamın yıllar sonra bu topraklara dönmesi zaten yeterince olağandışıydı; ama ayrılırken geride bıraktığı izlenim, onun sıradan bir vampir olmadığını açıkça ortaya koyuyordu.

Vladis, Kan Melekleri'nin sınırlarını tamamen terk ettiğinde, ay ışığı altında, çorak topraklara doğru ilerleyerek gölgelerin arasında kayboldu. Artık bu topraklarda hiçbir şey onun için önemli değildi; tek odak noktası Kara Elmas'ın kalıntıları ve Nytheria'nın lanetiyle yüzleşmekti.

Muhafızlar, Vladis'in siluetinin kayboluşunu izledikten sonra birbirlerine döndüler. İkinci muhafız, kısık bir sesle konuştu. "O adamın burada olması, bana hiç normal gelmedi. Vladis Drakovan, eski kovanların köklerinden biriydi, ama şimdi... bir hayalet gibi görünüyor. Bir avcı, ama aynı zamanda bir tehdit."

Birinci muhafız, mızrağını sıkıca tutarak soğuk bir şekilde cevap verdi. "Onun hikayesi burada bitmedi. Kael, ona yardım etti, bu açık. Ama Vladis buradan yalnızca bilgi almak için ayrılmadı. Eğer onun gölgesi geri dönerse, Kan Melekleri'nin huzuru bozulur."

İkinci muhafız, başını sallayarak etrafa bir göz attı. "Vladis'in sürgün edilişi ve Zincir Kıranlar'ın yok oluşu hakkında bilmediğimiz çok şey var. Eğer bu mesele Kraliçe Nytheria'yı ya da onun lanetini içeriyorsa, o adamın peşine düşmesi yalnızca onun sorunu olmaz. Bu, bizim için de bir tehdide dönüşebilir."

Birinci muhafız, dudaklarını ince bir çizgiye bürüyerek alaycı bir şekilde gülümsedi. "Kraliçe Nytheria'nın adını dahi anmak, bu topraklarda bir tabu. Eğer Vladis, o kraliçeye karşı bir meydan okuma için bu yolculuğa çıktıysa, bu yalnızca onun değil, hepimizin kaderini etkiler. Ama bir şeyden eminim."

İkinci muhafız merakla ona döndü. "Nedir o?"

Birinci muhafız, gözlerini Vladis'in kaybolduğu karanlığa dikerek konuştu. "Vladis Drakovan, eğer geri dönerse, bu yalnızca bir dost ziyareti olmayacak. O, karanlığı üzerine çekerek gelir. Ve bizim o zamana kadar hazır olmamız gerekecek."

İkinci muhafız, bu sözleri düşündü ve ardından sessizce başını salladı. İkisi de, Vladis'in gölgelerin arasında kayboluşunu sessizlikle izlerken, kovanın çevresindeki ay ışığı altında tuhaf bir huzursuzluk hissettiler.

Bu sırada Vladis, çorak topraklara doğru yolculuğuna başlamıştı. Yıllar boyunca vampir kovanları ve lanetlerle dolu bu karanlık dünyada, çorak topraklar en çok korkulan yerlerden biriydi. Orası, yalnızca ölümsüzlerin değil, aynı zamanda eski zamanların karanlık sırlarını barındıran, kayıp bir bölgeydi. Vladis, yalnızca geçmişin izlerini takip etmekle kalmayacak, aynı zamanda oradaki tehlikelerle de yüzleşecekti.

Ay, gökyüzünde parlarken, toprakların sessizliği, bu yolculuğun basit bir mücadeleden çok daha fazlası olacağını işaret ediyordu. Vladis'in her adımı, onu hem kendi lanetiyle yüzleşmeye hem de karanlık bir savaşın derinliklerine sürüklüyordu.

Vladis Drakovan, pelerininin ardında süzülen gölgelerle birlikte ormanın derinliklerinde ilerliyordu. Ağaçların yoğunluğu, ormanın sık dalları arasında ay ışığını zorlukla geçiren bir perde gibiydi. Her adımda, yerdeki çürümüş yaprakların ezilişi ve rüzgarın hafifçe salladığı dalların hışırtısı eşlik ediyordu. Ancak bu huzursuz sessizlikte Vladis'in zihni yalnızca tek bir şeye odaklanmıştı: Kara Elmas Kovanı'nın yasaklanmış kalıntılarına ulaşmak.

Çorak topraklara giden bu geçit, bir zamanlar Kara Elmas'ın hükmettiği bölgelerin başlangıcıydı. Orman, burada kutsal ve tehlikeli bir sınır görevi görüyordu. Bu alan, kadim ritüellerin izlerini taşıyan bir araziydi; vampirlerin bile temkinli adımlarla geçtiği bir yerdi. Ancak Vladis, bu tehlikelerden çekinmek yerine onları birer sınav olarak kabul etmişti.

Bir süre ilerledikten sonra, ormanın derinliklerinde geniş bir açıklığa ulaştı. Ay ışığı, bu açıklıkta bir gölün yüzeyini gümüş gibi parlatıyordu. Gölün suları sakin görünüyordu, ama bu sakinlik bir huzurdan çok, tehditkar bir sessizlik yayıyordu. Su yüzeyi, adeta bir ayna gibi ay ışığını yansıtarak çevresindeki karanlık ağaçları bile yutmuş gibiydi.

Vladis, gölün kenarına yaklaşarak suyun üzerindeki bu garip yansımalara baktı. Yüzeyi rahatsız eden tek şey, arada sırada suya düşen bir yapraktı. Ancak bu sakin görüntü, Vladis'in içgüdülerini rahatsız edecek bir yoğunluk taşıyordu. Ay ışığının bu kadar parlak yansıması, sanki gölün gerçek yüzünü saklıyordu.

Tam o sırada, bir ses duydu. Hafif ama keskin bir tını, suyun yüzeyinden geliyormuş gibi yankılandı. Bu ses, bir insanın ya da vampirin normal bir konuşmasından farklıydı. Daha çok bir fısıltı gibiydi, ama aynı zamanda suyun yankısını taşıyordu.

"Vladis Drakovan…"

Adının bu şekilde söylenmesi, Vladis'in içgüdülerini hemen harekete geçirdi. Altın sarısı gözleri, gölün yüzeyini daha dikkatle incelemeye başladı. Fakat herhangi bir hareket ya da bir varlık belirtisi göremedi. Yalnızca bu yankılı ses, kulaklarında gezinmeye devam ediyordu.

"Bu topraklarda ne arıyorsun?"

Vladis, suyun sakin yüzeyine doğru bir adım daha attı. Gözleri daralmış, tüm duyuları tetikteydi. "Kim konuşuyor?" diye sordu, sesi hem tehditkar hem de sabırlıydı. "Kendini göstermiyorsan, o zaman beni durdurabilecek bir şey olmadığını bil."

Ancak göl, cevabını yalnızca başka bir fısıltıyla verdi. "Bu yolda yalnızsın, Vladis. Her adımın seni karanlığa daha da yaklaştırıyor. Ama bu yol, yalnızca geçmişini değil, aynı zamanda sonunu da barındırıyor."

Bu sözler, gölün sessizliğini daha da derinleştirdi. Vladis, bu sesin yalnızca bir tehdit ya da uyarı olmadığını hissetti. Ancak kimin konuştuğunu anlamak hâlâ mümkün değildi. Fısıltılar, suyun yüzeyinden mi, yoksa ormandaki başka bir varlıktan mı geliyordu, bu belirsizdi.

Adımlarını yavaşça geri çekip gölün kenarından uzaklaştı. Ancak bir anda, gölün yüzeyinde hafif bir dalgalanma fark etti. Suyun sakinliği bozulmuş, bir şey hareket ediyormuş gibi görünüyordu. Gözlerini daraltarak dalgalanan noktaya baktığında, suyun altında belirsiz bir figür gördü. Bu, bir silüet gibiydi; ne bir insan ne de bir yaratık. Ancak figür, gölün yüzeyine yaklaşmadan kayboldu.

Vladis, bu anın bir yanılsama mı yoksa gerçek bir tehdit mi olduğunu anlamaya çalıştı. Ancak içindeki bir his, bu gölün yalnızca bir durak değil, bir engel olduğunu söylüyordu. Bu engel, onun yolculuğunu test etmek için buraya yerleştirilmiş gibiydi.

Etrafındaki karanlık ormanı taramaya devam etti. Bir anda rüzgarın yön değiştirdiğini ve dalların daha sert bir şekilde sallandığını fark etti. Ormanın sessizliği bozulmuştu. Ama bu, doğal bir rüzgardan kaynaklanmıyordu. Sanki bir varlık, Vladis'i burada durdurmak ya da yolundan çevirmek için harekete geçmişti.

Vladis, gölün kenarından birkaç adım geri çekildi, ancak gözlerini suyun yüzeyinden ayırmadı. Derin bir nefes alarak, fısıltılara bir kez daha karşılık verdi. "Kim olduğun ya da nereden konuştuğun önemli değil. Eğer bana engel olmak istiyorsan, beni durdurmaya yetecek gücün olduğunu göstermek zorundasın."

Fısıltılar bir anda kesildi. Gölün yüzeyi tekrar sakinleşmiş gibi görünüyordu. Ancak Vladis, bu sakinliğin geçici olduğunu hissedebiliyordu. Adımlarını tekrar ormanın içine doğru yönlendirdi, ama bu kez daha dikkatliydi. Gölün çevresindeki bu garip enerji, onun yolculuğunda bir şeylerin değiştiğinin açık bir işaretiydi.

Vladis ormanın derinliklerinde ilerlemeye devam ederken, bu fısıltıların ve göldeki varlığın onun önüne konulan bir engel olduğunu fark etmeye başlamıştı. Ama bu engel yalnızca bir başlangıçtı. Kara Elmas Kovanı'na doğru ilerledikçe, bu yolculuğun her adımında geçmişin ve karanlığın daha fazla yüzleşmesini gerektirecekti.

Vladis Drakovan, ormanın derinliklerine yönelmişken bir anda gölün sükunetini yırtan keskin bir su sesi duyuldu. Bu ses, gölün yüzeyinden patlayarak çıkan bir varlık ya da bir tür uyarı gibiydi; ancak tam olarak ne olduğu görünmüyordu. Gölün sakin yüzeyini delip geçen bu yankı, sanki doğrudan Vladis'in zihnine vuruyor gibiydi.

Ancak tam o esnada, arkasından gelen başka bir ses, suyun çıkardığı gürültüyü bile gölgede bıraktı. Toprağı titreten tok bir basış sesi… Öyle bir güçle yankılandı ki, bir devin ya da taşlaşmış bir ağaç kökünün yere vurduğu hissini uyandırdı. Bu tok ses, ormanı bir anlığına susturmuş, Vladis'in tüm dikkatini toplamasına neden olmuştu.

Refleks olarak, pelerininin etrafında yarattığı gölgeleri savurur gibi bir hızla arkasına döndü. Altın sarısı gözleri, karanlığın her köşesini taradı. Ancak orada, tok sesin kaynağına dair hiçbir şey yoktu. Ağaçların sık dalları arasında yalnızca hareketsiz bir karanlık ve titreyen bir sessizlik duruyordu. Ne dev bir ağaç kökü, ne bir yaratık, ne de bir varlık görünüyordu.

Vladis'in bakışları, etrafındaki gölgelerle bütünleşmiş bir dikkatle ormanı incelemeye devam etti. Ancak hiçbir hareket algılayamıyordu. Yine de, içgüdüleri ona bir şeyin gölgelerde gizlendiğini ve kendisini izlediğini söylüyordu.

Dudaklarında hafif bir alayla karışık bir öfke belirdi. Adımlarını yere sağlam bir şekilde basarak, sesi karanlıkta yankılanacak bir tonda konuştu. "Kim olduğunla ya da ne olduğunla ilgilendiğim yok!" diye bağırdı, sesi suyun ve ormanın her köşesine çarparak yankılandı. "Ama bilmen gereken bir şey var; bana engel olmaya çalışan her şey, eninde sonunda paramparça olur."

Etrafında yankılanan sessizlik devam ederken, Vladis bir adım daha ileriye attı ve sesi biraz daha tehditkâr bir tona büründü. "Bu numaralar bana sökmez. Gölün altından ya da karanlığın köşelerinden gelip beni korkutabileceğini mi sanıyorsun? Beni korku ve tehditlerle yavaşlatamazsın. Ya karşıma çık, ya da yolumdan çekil!"

Ormanda yankılanan sesi, ağaçların arasında yankılandı, ancak herhangi bir cevap gelmedi. Yalnızca, hafif bir rüzgarın hareketiyle dalların hışırtısı duyuluyordu. Vladis, her ne kadar bir varlık görmese de, bu sessizliğin altında bir iradenin saklandığını hissedebiliyordu.

Arkasını dönerek tekrar göle bir bakış attı. Gölün yüzeyi yine sakinleşmiş, sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Ancak bu sakinlik, Vladis için daha fazla tedirgin ediciydi. Onun için göl, artık yalnızca bir su birikintisi değil, karanlığın derinliklerinden gelen bir gözlemci gibiydi.