Ağır adımlarla ilerleyen Kazuma, yolda sessizce süzülen karanlık ormanın derinliklerine doğru yürüyor, kalbinde giderek büyüyen bir endişe taşıyordu. Yol arkadaşım Darien'in son zamanlarda bambaşka bir hava sergilediğini, gözlerinin eskisinden farklı, soğuk ve mesafeli olduğunu hissediyordu. İlk başlarda belki de yalnızca yorgunluk ya da geçici bir umursamazlık olarak değerlendirdiği bu değişiklik, günler geçtikçe kalbinde derin bir şüphe tohumuna dönüşmeye başlamıştı.
Sisli patikada ilerlerken, ağaçların arasından süzülen zayıf ışık, Kazuma'nın iç dünyasında umut ve korku arasında gidip gelen duyguları aydınlatıyordu. "Darien, nereye doğru gidiyoruz?" diye sordu, sesi rüzgârın uğultusuna karışırken. Darien, hafifçe yüzünü kısarak, "Biraz ileride, eski kalıntıların bulunduğu o alanlara gideceğiz," dedi. O kelimeler, Kazuma'nın aklında karışık hisler uyandırdı; annesinin anlattığı efsanelerde yer alan, geçmişin tozlu kalıntıları, şimdi gözlerinin önünde canlanacak mıydı? Ancak Darien'in ifadesinde, bu sözcüklerin ardında saklı sinsi bir sır gibi bir şey vardı.
Yolculukları, derin bir sessizlik ve soğuk rüzgâr eşliğinde devam ediyordu. Darien ara ara etrafı kontrol eder, sanki her an bir tehlike belirecekmiş gibi dikkat kesilir gibiydi. Kazuma, içindeki huzursuzluğun büyüdüğünü, sanki her adımında görünmez bir elin onu izlediğini hissediyordu. Gökyüzü kapalı, gri bulutlar ağır ağır geçerken, ormanın derinliklerinden gelen hafif fısıltılar, eski efsanelerin hüzünlü notaları gibi kulağına çalıyordu.
Akşamın alacakaranlığı çöktüğünde, Darien ve Kazuma sislerle örtülü, derin bir vadinin kenarında kamp kurmaya karar verdiler. Kalın sis, vadiyi esrarengiz bir perde gibi sararken, ateşi yaktıkları anlarda her iki yürekte de geçmişe dair unutulmuş umutlar ve geleceğe dair belirsizlikler canlanıyordu. Ateşin etrafında otururken, Kazuma Darien'e, "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. Darien, gözlerini ateşin titreşen alevlerine dikmiş, "Gelecek… Bazen kaderin bizden neler istediğini anlamak güç oluyor," dedi. Sözleri, hem bilgelik hem de aldatıcılıkla dolu, sanki derin bir sır saklıyordu.
Gece ilerledikçe rüzgâr daha sert esmeye, ormanın uğultuları ise sanki hüzünle karışık bir feryat haline geliyordu. Kazuma, yarım uykunun içinde Darien'in huzursuz bakışlarını aklından çıkartamıyor, her an bir şeylerin ters gideceğini sezmeye başlamıştı. Ancak gece yarısına doğru, uyandığında yanındaki boşluk onu derinden sarsmıştı. Ateşin yanındaki o sessizlik, Darien'in aniden ortadan kaybolduğu gerçeğini ortaya koyuyordu. "Darien?" diye fısıldadı, sesinde artan endişe ve hafif bir panik vardı, fakat karşısında yalnızca sönmekte olan ateş ve karanlık vardı.
Yalnızlık içinde geçen dakikalar, Kazuma'nın içindeki korku ve ihanet duygusunu katman katman yükseltiyordu. Bir süre sonra, ormanın sessizliğini yarıp geçen hafif ayak sesleri duydu; kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. "Darien, nerdesin?" diye seslendi, ama karşılığında sadece çıtırdayan yaprakların hışırtısı geldi. İçinde, hem kaygı hem de tarifsiz bir ihanet duygusu büyürken, adımlarını tereddütle atmaya başladı.
Sisli vadinin dar patikalarında ilerlerken, aniden arkasından gelen sert bir adım sesi ile irkildi. Hızla döndüğünde, karşısında Darien'in solgun, donuk yüzünü gördü. Fakat bu yüz, eskiden tanıdığı güven dolu ifadenin yerini, şimdi soğuk ve hesapçı bir bakışa bırakmıştı. "Darien, neyin var?" diye sordu Kazuma, sesinde hem şaşkınlık hem de yavaş yavaş artan korku vardı. Darien'in yanıtı, sanki tüm dostluğu, samimiyeti bir anda yıkan bir hançer gibi kelimelere döküldü: "Kazuma, senden artık güvenemiyorum. Bu yolculuk, benim için artık bir son değil, bir başlangıç."
Kazuma'nın içindeki umudun kırılması, yavaş yavaş soğuk bir boşluğa dönüşmeye başladı. "Ne demek istiyorsun? Biz bu yolda birlikte yürüdük, dost olduk... Nasıl olabilir?" diye çıkıştı, sesi titreyerek. Darien, acımasız bir tebessümle, "Dostluk? Senin saf yüreğin, o idealist bakışlarınla beni kandırdın. Artık seninle yollarımı birleştiremeyeceğim. Senin yolun, ölüme doğru bir yoldur. Ben, gerçeği görmek zorundayım," diye fısıldadı. Sözleri, Kazuma'nın ruhuna saplanan bir hançer gibiydi.
O an, Kazuma'nın gözlerinden acı dolu yaşlar süzüldü. Kalbi, ihanetin ağır yüküyle ezilirken, "Darien, beni mi terk ediyorsun? Beni yalnız mı bırakacaksın?" diye sordu, sesi neredeyse kırılacak gibi titriyordu. Darien'in soğuk bakışı ve sessiz tavrı, her kelimesinde acı ve kin barındırıyordu. "Evet, Kazuma. Artık yollarımız ayrılıyor. Senin yüreğinde umduğun o masumiyet, seninle beraber ölüme götürülecek. Ben, başka bir kader seçtim," dedi ve soğuk adımlarla karanlığa doğru yürümeye başladı.
Kazuma, donakalmış, inanamayan bir halde geriye baktı. O anın dehşetiyle, yüreğindeki ihanetin acısı her şeyden daha ağır geliyordu. Darien'in arkasını döndüğünü gördükçe, bir zamanlar en yakın dostu olduğuna inandığı kişinin onu böyle yalnız ve çaresiz bırakması, içindeki inancı sarsmıştı. "Darien, geri dön! Bunu yapma, bu bir hata!" diye seslenirken, kelimeleri karanlıkta yankılanıyor, fakat boşluğa karışıyordu.
İhanetin soğuk nefesi, Kazuma'nın ruhunu sararken, yalnızlığı da bedenine işliyordu. Kendi kendine, "Bu ihanet, beni mahvedemez. İçimdeki ateş, annemin anlattığı efsanevi kahramanlarınkinden daha güçlü," diye mırıldandı. Fakat kalbi, yavaş yavaş umutsuzluk ve kederle kaplanırken, her adımında derin bir yara açılıyor gibiydi. Darien'in terk edişinin ardından, yoluna devam etmek için adım attığında, yüzünde hem öfke hem de tarifsiz bir hüzün vardı.
Yalnız kalan Kazuma, adımlarını eski, unutulmuş kalıntıların bulunduğu bölgeye yönlendirdi. Ormanın sessizliğinde, taş duvarların ve yıpranmış heykellerin bulunduğu bu mistik alanda, geçmişin ve geleceğin izleri birbirine karışıyordu. Her taş, her oymanın altında kayıp zamanların hatırası yatıyor, Kazuma'nın ihanetin acısıyla sarsılmış ruhuna sessiz bir şekilde fısıldıyordu. "Ben mi bu yolda ölüme terk edileceğim?" diye kendi kendine sordu, yüreğinde derin bir boşluk hissederek.
Kalan saatler boyunca, eski kalıntılar arasında dolaşan Kazuma, hem içsel acısıyla hem de ihanetin ağırlığıyla boğuşuyordu. Rüzgârın uğultusu, sanki ona Darien'in ihanetini ve kaybolan dostluğun hüzünlü şarkısını söylüyordu. Her adımında, ihanetin yarattığı derin acı, ruhunun en ince dokusunu titretiyor, ancak yine de içindeki mücadele ruhu, yeniden ayağa kalkmayı reddediyordu. "Bu acı, beni yıkamayacak," diye içinden fısıldadı; her ne kadar kalbi kırık olsa da, yeniden doğuşun umudunu içten içe yeşertmeye çalışıyordu.
Geceyi neredeyse yarım bırakan o hüzün dolu saatlerin ardından, gün ağarmaya başladığında, Kazuma eski kalıntıların arasındaki bir taş merdivene oturdu. Gözleri, karanlıkta Darien'in kaybolan silüetini hala ararken, içindeki öfke yavaş yavaş yerini soğuk kabullenişe bırakıyordu. "Benim yolum henüz bitmedi," diye yemin edercesine kendine söz verdi. "İhanet acı veriyor ama beni şekillendirecek, güçlendirecek. Ben, bu karanlık yoldan yeniden doğacağım."
Gün doğumu, ufukta soluk altın tonlarında belirirken, Kazuma yavaşça ayağa kalktı. Yalnızlık içinde, ihanetin acısı ve yıkımın gölgesinde, yeniden yola çıkmaya karar verdi. Her adımında, Darien'in yüzündeki o soğuk ihanetin izlerini yüreğinde taşıyarak, kendi kaderini çizmek için mücadele etmeye kararlıydı. O an, içindeki acı, yaralı bedeninde ve sarsılmış ruhunda yeniden dirilişin tohumlarını yeşertmeye başlamıştı.
Yalnız kalan bu yolculuk, Kazuma'yı hem beden hem de ruh olarak sınamış, ihanetin soğuk nefesiyle baş başa bırakmıştı. Fakat her şeye rağmen, gözlerindeki kararlılık, onun yıkılamayacağını fısıldıyordu. Darien'in terk edişi, acı dolu bir ders olarak kalbine kazınmıştı; ancak bu ders, ona ileride karşılaşacağı zorlukların üstesinden gelebileceğinin habercisiydi. Kendi içindeki güç, eski kalıntıların sessiz tanıklığında yeniden filizleniyor, her yara, yeni bir efsanenin başlangıcı olacaktı.
Kazuma, günün ilk ışıkları altında yeniden yola koyuldu. Her adımında, ihanetin ve acının gölgesini geride bırakmaya çalışarak, önünde beliren sisli patikada ilerledi. Gelecekte onu bekleyen, efsanelerde anlatılan canavarların, ejderhaların ve mistik güçlerin ötesinde, kendi gerçek benliğini ortaya çıkaracak bir yolculuk vardı. Ve bu yolculuk, ihanetin acısıyla örülü olsa da, yeniden doğuşun ve varoluşun destanını yazacaktı.