BÖLÜM 5
Taşıyıcının ayakları, var olmayan bir zeminde yankı bırakıyordu. Her adımı, maskenin içindeki bu çürümüş âlemde karanlığı biraz daha derinleştiriyordu.
Gökyüzü yoktu. Gölge bile düşmüyordu. Bu yer, ne zamana aitti ne de bir geleceğe.
Ve o an taşıyıcı fark etti…
Burası dönüm noktasıydı.
Her şeyin, hem kendi varlığının hem de maskeye mühürlenmiş tüm kaderlerin kesişim çizgisi.
İçinde bir sızı yankılandı. Şeytan sustuğundan beri içindeki boşluk daha da ağırlaşmıştı. Ama bu sessizlik bir korkaklıktan değil, bir esaretten kaynaklıydı.
Taşıyıcı durdu. Gözlerini kapattı. Geriye sadece o kalmıştı.
Ve o karanlıkta, kendi içinden fısıldadı:
"Biliyorum… bedenim sonunda senin olacak. Ama o gün, bugün değil."
"Şimdi beni bırak. Görevler bitene kadar bana dokunma. Sana her şeyimi vereceğim ama bugün değil…"
Cevap gelmedi.
Çünkü şeytan zincirlenmişti.
Beşinci taşıyıcının içinde, çırpınan bir hayalet gibiydi artık. Eski bir kral, tahtından edilmiş bir tanrı gibi.
Dış Dünya
Bu sırada dünya… çok daha sessizdi.
Kız, taşıyıcının hareketsiz bedeninin başında diz çökmüş, maskenin etrafında parıldayan eski sembolleri kana bulamıştı.
Parmaklarında taşıyıcının kanıyla çizilmiş işaretler, yerin altındaki gölgeleri uyandırıyordu.
Gözleri kapalıydı. Ama fısıltılar onun içindeydi.
Gölgemühür artık onu tanıyordu.
Onu… çağırıyordu.
"Ben onun yanında olacağım… Onun gibi olursam yardım edebilirim."
Ve karanlık… cevabını verdi.
Maskenin İçinde
Taşıyıcının zihninde gölgeler kıpırdadı.
Beşinci taşıyıcı adım adım yaklaştı. Gözlerinde, artık yalnızca delilik değil; bir gurur, bir tanrısallık yanıyordu.
"Ne oldu?" dedi.
"Şimdi de şeytandan mı merhamet dileniyorsun ha? Hahahahaha!"
Taşıyıcı suskundu. Ama öfkeyle titriyordu.
"Unutma…" dedi beşinci taşıyıcı yakından,
"…şeytan artık benim. Onu zincirledim. Onun adı artık bir fısıltı bile değil. O benim içimde yok olurken, ben senin bedeninde doğuyorum."
Ve sonra… son perde başladı.
Beşinci taşıyıcı gözlerini taşıyıcınınkine kilitledi.
Birden bire bir bıçak çıkardı, paslı, kadim, ruh çeken bir keski gibi…
Taşıyıcının boğazına bastırdı. Taşıyıcı kaçmadı.
Kan aktı.
Ama bu, sıradan bir kan değil…
Her damlası, mühürlenmiş 12 ruhun çığlığını taşıyordu.
Ve ardından, beşinci taşıyıcı kendi boğazını da kesti.
İki beden, birbirinin kanını içti.
Ritüel başlamıştı.
Ve çoktan geç kalınmıştı.
Bu bir birleşme değil; bir soykırımdı.
Maskenin içindeki tüm ruhlar titremeye başladı.
Karanlık… artık sahibini seçmeye çalışıyordu.
Ama bu kez seçim hakkı karanlığın değil, kanın olmuştu.
Taşıyıcının zihni parçalanırken, beşinci taşıyıcının gözlerinde şunlar parladı:
"Sen gölgedin. Ama ben karanlığım."
"Sen bir taşıyıcısın. Ama ben maskenin kendisiyim artık."
Karanlık bir titreşim tüm âlemi sardı.
Kızın bulunduğu yerde, maskeden siyah bir duman yükseldi.
Ve gökyüzü gerçek dünyanın gökyüzü kırmızıya döndü.
Şimdi maskenin içinde yalnızca iki irade kalmıştı.
Taşıyıcı… ve kanla doğmuş yeni efendi.
Ve kader… bir kez daha yazılıyordu. Ama bu kez kanla.
Dış dünyada, gömülü kemiklerin üzerinde titreşen karanlık artık şekil bulmaya başlamıştı. Çürümüş etin yeniden dokunduğu kemikler, zamanın bile unutmak istediği bir bedeni yeniden inşa ediyordu. Bu beden, 5. Taşıyıcı'nın vücuduydu. Ritüel başlamıştı. Ve maskenin içinde ise, gerçek savaş çoktan başlamıştı.
Artık ne fiziksel sınırlar, ne de insani zayıflıklar kalmıştı. Taşıyıcı da, 5. Taşıyıcı da sadece ruhsal varlıklarıyla oradaydı. Saf bilinç… saf öfke… saf karanlık.
Maskenin içindeki boşluk, sonsuz bir aynaya benziyordu. Her hareket, her çarpışma yankılanıyor, kendi gölgesini doğuruyordu. İki irade, iki geçmiş, iki gelecek birbirine çarpıyordu.
Taşıyıcı, geçmişin yüküyle ağırlaşmış ama içinde bir umut kırıntısı taşıyan bir ruhtu. Hâlâ seçme hakkı olduğuna inanıyordu. İçgüdülerine değil, kendine güveniyordu. Bir son olduğunu ve o sona doğru yürürken hâlâ yönünü seçebileceğini düşünüyordu.
5. Taşıyıcı ise zincirlerini çoktan kırmış, umudu çoktan gömmüş bir ruhtu. Onun için tek hakikat güçtü. Güç ve kontrol… onun gözünde irade bile sadece güçle var olabilirdi. Maskeyi titreten de buydu: inançsız ama kesin bir kararlılık.
Gölgeler iç içe geçti. Ruhlar bir o yana, bir bu yana savruldu. Çığlıklar yoktu. Çünkü bu savaşta ses değil, irade konuşurdu.
Taşıyıcı, 5. Taşıyıcı'ya doğru atıldığında gökyüzü yarıldı. Ama gökyüzü yoktu artık… sadece içlerindeki boşluğun yansıması vardı.
"Bu beden bana ait," dedi Taşıyıcı.
"Bu kader de."
Ama 5. Taşıyıcı güldü. Gülüşü binlerce yankıya bölündü. Her biri başka bir taşıyıcının son çığlığı gibiydi.
"Senin sandığın her şey, aslında benim hazırladığım perdeler. O maskeyi sen takmadın. Seni ben getirdim."
Maskenin en derin katmanında zincirli bir siluet hareketsizdi.
Şeytan… kıpırtısız.
Ve sessizliğin kendisi bir tehdit gibiydi.
O oradaydı.
Ama dokunamıyor, hükmedemiyordu.
Dünyanın farklı yerlerine dağılmış olan diğer 11 ruh, şimdi rüyalarında bir sarsıntı hissediyordu. Her biri, karanlığın merkezinden yükselen yankıyı duymuştu. İçlerinden bazıları kaçacak, bazıları ise yaklaşacaktı.
Maskenin içinde, iki ruh birbirine doğru hızla çarpıyor, sonra ayrılıyor, yeniden savruluyordu. Her çarpışmada taşıyıcının ruhu biraz daha parlıyordu, ama 5. Taşıyıcı'nın gölgesi her defasında onu yutmaya çalışıyordu.
Bu bir dövüş değildi.
Bu, bir hakikat savaşıydı.
Taşıyıcı, içinden geçen şu düşünceyle ayakta kalıyordu:
"Eğer bu savaşta kaybedersem, sadece kendimi değil… onun kaderini de kaybederim."
Ve o anda karanlık, biraz daha derinleşti.
Ve bu savaşın galibi yalnızca bir bedene değil, bir geleceğe sahip olacaktı.