5

Lee yakasında ATATÜRK rozeti ile okula gelmişti, sabah bayrak töreninde marşımız okunurken sağ elini kalbinin üzerine koydu. Öğle tatilinde benim çabalarımla futbol maçı izledik. Lee bana farklı iki toplum olarak aynı kelimeleri kullandığımızı anlattı. Çay ve çarşı kelimeleri onlar tarafından da kullanılıyormuş. Ben de çok eski yıllarda Hunlar ile Çinliler arasında yapılan savaşları ve Çin prensesleri ile evlenen Türk hakanlarını anlattım.

Bir öğrencinin yaşamında yer etmek kolay değil!

Sipariş üzerine yapılacak bir eylem değil bu.

-Lee okuduğum bir kitap beni çok etkiledi. Aile üyeleri bebek gibi uyurken ben felsefe kitapları okumaya başladım.

-sizi bu derece etkileyen kitabın adı nedir, teacher?

-Platon'dan devlet.

Devlet metninin içeriğine girmeden önce, onun bir "literatür" metni olarak temsil ettiği karakteristik özelliklere kısaca bakmak, yapısı itibarıyla ne tür bir metinle karşı karşıya bulunduğumuz sorusu üzerinde durmak gerekir. Bir metnin kaleme alındığı dönem, yazılma süresi, yayımlanma dönemi, biçimi, özel ve genel kaynakları, yazınsal biçimi, yazılma amacı, ortaya koyduğu sonuç, değerlendirilmesi ve alımlanması, dolayısıyla da okuru, bizleri ilgilendiren geniş erimli ve ömürlü sorulara vermeye çalıştığı yanıtlar vb. için, söz konusu olan modern bir metin olsa, yapılacak şey arşivlere dalmak, yazarın anılarını, günlüklerini incelemek, eleştiri, deneme yazılarını değerlendirmek olacaktır.

-bu eserin modern olduğunu söylememiz pek de mümkün gözükmüyor,teacher.

Lee gülümsedi.

- Bir İlk Çağ metninin söz konusu olduğu yerde, bu tür "kaynaklar" beklemek boşunadır. Tek tük kaynaklar ise aradığımız cevaplara tam destek olmaktan uzaktır. Ayrıca bilginlerin, düşünürlerin o dönemlerde bir cevap aradıkları belli başlı soruların odağında dolaşan metinler de yüz yıllar içinde öylesine üst üste yığılmışlardır ki, onları şöyle kıyısından köşesinden ele almak bile büyük bir çaba ve zaman ister. Dolayısıyla haddini bilmek gerekmektedir bu konuda; Devlet gibi bir metni bütünüyle tüketmenin, onu günümüzde yeniden değerlendirmenin güçlüklerinin bilincinde olarak, kimi noktalara değinmek istiyorum.

Devlet metninin yazıldığı dönem ve süre hakkında bile doğru dürüst bir bilgimiz bulunmamaktadır. Platon bu metni yazmaya ne zaman başlamış, ona ara vermiş midir; başta ayrı ayrı olan bölümleri sonradan mecburen bir araya mı getirmiştir; bugün elimizdeki metin, geriye dönerek yapılmış bir derlemenin ürünü müdür?

Metni dikkatle izleyen okur, biçimsel, içeriksel çarpıklıklar, hatta çelişkiler, anlatının doğrusal çizgisinden çok sayıda uzaklaşmalar, sapmalar ile karşılaşır; bilimsel bir metnin kesin tutarlı, mantıksal bir kurgusu olması gerektiğini ileri süren Platon'un bu ölçüsünü dönüp onun kendi metnine uygulamak istersek, metni belli bir ana eksenin üstüne yerleştirmemiz ve hedefe "İdealar öğretisini" koymamız gerekir; gerçekten de yazarın, "İdealar öğretisine" doğru belli bir gelişme çizgisi izlediğinden emin olunduğu ölçüde, özellikle bu öğretiyi bir kilometre taşı olarak kullanıp, metni zamansal yönden katmanlara ayırmak ve şu bölüm şu nedenle şu dönemde yazılmış olmalıdır, demek, uzun süre benimsene gelmiş bir yaklaşımdır.

Bu yaklaşımla üç bölüm belirlene gelmiştir. Henüz alabildiğine ironik bir tavır gösteren "bir şey bilmeyen" Sokrates ile üç partnerinin diyaloglarını içeren ilk bölüm; bu kişilerden üçüncüsü Sofist Thrasymakhos'tur üstelik diyalogun net bir sonuca varmaması, ayrıca bu bölümün genellikle "kavram tanımlarına" ayrılmış olması, genel değerlendirmede "gençlik diyalogu" karakterinin ağır bastığı şeklinde yorumlanmış ve bu bölümü Platon'un, henüz Sokrates hayattayken, kendisi Sicilya'ya ilk gezisini yapmadan önce, yani 4. yüzyılın ilk çeyreğinde yazmış olduğu kabul edilmiştir. II., III. ve IV. Kitap'ın, bölüm olarak ikinci bir bütün oluşturduğu görüşü hâkimdir.

Platon bu bölümlerde örnek bir devletin doğuşunu ve yapısını betimler; adalet tanımını da burada bulur; ancak bunu yaparken, ünlü İdealar öğretisine değinmez; dikkat çekicidir bu; öyleyse, Platon bu bölümü yazarken İdealar öğretisini henüz enikonu tasarlamış ve kavramsallaştırmış değildi, denmiştir. Dolayısıyla da bu bölümlerde "ruhun ölümsüzlüğü" öğretisinin bekçilerin (koruyucuların) eğitiminde yer almaması şaşırtıcı olmamaktadır. Gençlik heyecanının gizlenmediği bir pedagojik iyimserlik taşıyan bu bölümün oldukça erken bir dönemde yazılıp, sonradan yayımlandığı yolunda yaygın bir kanı vardır.

Bu nedenle Aristophanes'in İÖ 392 yılında sahnelenen Ekklesiazousai (Kadınlar Açık Meclisinde) komedisinde kadınların mülk edinmesi konusu ele alınmışken, Platon'un ancak V. Kitap'ta bu konuya etraflı bir cevap verdiği düşünülmektedir.

-Eski Türkiye'de kadınların mülk edinmesi mümkün müydü, teacher?

-Mülk edinmekten vazgeçtim nüfus sayımında kayıtlara yazılmıyorlardı. Erkek ve hayvanların sayımı yapılıyordu. İki kadının şahitliği ile bir adamın eşitliği eşit tutuluyordu.ikimizin de ülkelerinde kadın haklarına –günümüzde dahi-yeteri kadar saygı duyulduğuna inanmıyorum,Lee.

İdealar öğretisine yönelik bir gelişmenin belirtisini taşımayan VIII. ve IX. Kitap'ın da bu kitaplarla aynı zamanda doğduğu görüşü hâkimdir. V.-VII. Kitapların ise, Platon'un Sicilya gezisinin ardından, İdealar öğretisini geliştirmesiyle birlikte kaleme alındığı düşünülmektedir (İÖ 387 civarında). Hâkim anlayışa göre, Sicilya gezisinin kötü izlenimleri ve deneyimleri ve derin bir teslimiyet duygusu, söz konusu bölümlere yansımıştır.

Bu bölümün boyun eğici, yılgın, kötümser havasının, önceki bölümün yapıcı idealizmi ile çok zor bağdaştığı ileri sürülmüştür. (Bu konuda özellikle A. A. Krohn, Platoncu Devlet, 1876, De reipublicae Platonis compositione ex Timaeo illustranda'ya, (1898) bakılabilir. A. Grecke, Yüksek Düzlemde Eleştirinin Temeli Olarak Analiz (1901), makalesinde, Platon'un Devlet metninde bir bütünlük olduğunu savunanın ya kör ya da ne bu yapıtı ne de yorumunu bilmiyor olması gerektiğini ileri sürer.) Ne var ki, metnin bu dağınık, belli nedenlerle belli tarihsel yazılış dönemlerine bağlanan yapısı konusundaki görüşlere itibar edip etmemek, ileri sürülen kanıt ve yorumlara katılıp katılmamak eldeki malzemenin sunduğu verilerle, Platon'a yönelik birikimin analizi üzerinden alınacak, kişiye kalmış bir karar ise de, günümüzde, aynı birikim farklı bir yaklaşımla değerlendirilmekte, Platon'un söz konusu (görünürdeki) bağdaşmazlıkları, dengesizlikleri, metindeki düşüncelerini gittikçe derinleştirmek adına bilinçli bir tutumla sergilediği ileri sürülmektedir.

Günümüzde hemen bütün Platon uzmanları Politeia'nın bugün elimizde bulunan şekliyle, bir bütün olarak tasarlanıp kurulmuş olduğu, usta bir inşa planı sunduğu görüşünde fikir birliği içindedirler. Gene de, metne yönelik eleştirel analizin hâkim olduğu dönemden uzana gelmiş bir görüş, en azından "adalet" konusunda, Platon'un Gorgias diyaloğundan önce yazdığı, ama okura sunmadığı bir gençlik dönemi taslağını tekrar ele alıp I. Kitap için yer yer değiştirerek değerlendirdiği yolundadır. Bu görüşü benimsememiz durumunda, kimi ufak tefek uyumsuzlukları, özellikle I. Kitap ile II. Kitap arasındaki kopukluğu açıklayabiliriz.

Sonuçta günümüzde, Politeia'nın, birinci Sicilya gezisinden önce yazılmaya başladığı, İÖ 375-370 arasında, ikinci Sicilya gezisinden sonra okura sunulduğu kabul edilmektedir. Kıyısından köşesinden değinilmiş birkaç tarihsel olayın yanı sıra Platon'un bir düşüncesi, metnin ortaya çıkma yıllarını belirler gibidir.

Düşünür, kişinin felsefeyi ancak elli yaşından sonra hedefli olarak seçmesi ve felsefenin, insan ruhunun ışınına ve bütün ışıkların en ilk kaynağına bakması için onu ayağa kalkmaya zorlaması gerektiğini ileri sürmektedir.

Böyle bir görüş ortaya attığına göre kendisinin bu yaş sınırını geçmiş olması gerektiğini haklı olarak kabul edebiliriz, öyleyse, bu düşüncesini ortaya attığı metin bölümü, İÖ 377 yılından sonra yazılmış olmalıdır. Adalet ya da Devlet'in "Omurgası" Politeia'ya bir bütün olarak baktığımızda Platon'un doğru dürüst bir plan yapmadan, çeşitli düşünceleri bir araya getirdiği izlenimine kapılabiliriz. Adalet, mutluluk, devletlerin doğuşu, en iyi devlet, en iyi insan, devletin bekçileri (koruyucuları) ve filozof, bilgi öğretisi, İdealar öğretisi, hayatın ahlakiliği, devletin çürüme, çökme biçimleri, öte dünyada mutluluk ve ödül gibi birçok sorunu, öğreti ve görüşü böyle bir metinde toplamak için, parçaları kendine eklemleyen bir omurga bulunması gerekir. Platon için bu omurga, bu önemli tema, Glaukon'un itirazında (358) hemen başlarda kendini ele verir. Adaletin, (hakkaniyetin) ve adaletsizliğin ne olduğunu öğrenmek ister Glaukon. Adaletin özü ve yol açtığı sonuçlar ile onun karşıtının insan ruhundaki durumudur ana tema. Ancak bu adalet (hak, hakkaniyet) konusunun özü tartışılırken, kudret, güç, şan, şöhret, maddi zenginlik gibi bencilliğin ya da fedakârlığın konusu olan dışsal sonuçlar bir yana bırakılarak, doğrudan mutlak (soyut-genel) bir ölçü üzerinden adaletin ne olduğunun belirlenmesi söz konusudur.

İşte bu diyalogda Glaukon'un bu talebi doğrultusunda Sokrates önce adaletin devlet ve insanın içindeki özünü araştırmaya yönelir; çünkü bu ikisi arasında çözülmez bir bağ bulunmaktadır. Bütüne bakacak olursak, II.-IX. Kitaplar adaletsizliği (haksızlığı) ele alırken, adaletsizliğin insanın içine, ruhuna, onun mutluluğuna, mutsuzluğuna etkileri IX. Kitap'ın 4-11 bölümlerinde karşımıza çıkar.

-Adaletsizliği ilk hissettiğim an 1997 yılının dokuz eylülüydü. Akademisyen olmak için girdiğim sınavda farklı bir disiplinden gelen torpilli bir öğrenci önüme geçmişti. Ortalaması vasat olan bu öğrenci şu an kariyerinin zirvesinde!

Dürüstlüğünü takdir etmeliyim, sınavdan önce fakülteye kabul edileceğini söylemişti. Sizin ülkenizde hak eden hak ettiğini alabiliyor mu ,bay Lee?

Aradığım ülke belki de Güneş Ülkesidir.

-Güneş Ülkesi isimli kitabı okumaya çalıştım ama bana çok saçma geldi.

-o kitabı okuyacak olgunluğa ulaşmadığın için olabilir bay Lee. Felsefe ile aran nasıl?

-pek iyi olduğu söylenemez, teacher. Ben daha çok insanlarla uğraşan disiplinleri seviyorum. Hammaddesi insan olan sağlık sektöründe çalışmak isterim. Kanser araştırmaları gen tedavisi, mikrobiyoloji ilgimi çekiyor. Dilinizi yeteri kadar konuşamasam da okuduğum İkili Sarmal kitabı beni çok etkiledi.DNA'nın kendini eşlemesi ne büyük bir mucize değil mi, teacher?

-kesinlikle, haklısın. Bununla birlikte mucizeler sadece genetik mühendisliğinde gerçekleşmiyor. İki sayı arasında sonsuz tane sayı olması da bir mucizedir. Bilim tarihi ve felsefe okumanı tavsiye ederim. Sihirli bir dünyaya girdiğini fark edeceksin. Kütüphaneden senin için felsefe kitapları çıkartayım.

Sokrates'in savunması tavsiye edebileceğim bir kitaptır. Platonik dünyayı keşfetmelisin!

Platon Sokrates'in ağzından bize bütüne ilişkin planını açıklar: Sokrates, incelemelerinde gerektiği kadar yol alındığını belirttikten sonra, başlangıçtaki, kendilerini oralara kadar götürmüş olan savına geri dönmeleri gerektiğini söyler ve II. Kitap'ın başında yer alan, Glaukon ve Adeimantos'un görüşlerine değinir. Her türlü maddi, dış olguya dayalı mutluluğu reddederek ruhun kusursuzluğunda en büyük mutluluğu bulan Sokrates'e göre, bizi bu en üst düzleme taşıyacak olan etmen, salt bilimdir. Sokrates bir kez daha filozofun en yüce görevini hatırlatır; kurduğu İdealar devletinin hizmetinde çalışmaktır bu . Böylece IX. Kitap'ın sonuna ulaşmış ve II. Kitap'ta ortaya atılan soruların cevabını da almış oluruz. Bu ana tema'nın dışındaki konular bir tür tamamlayıcı, destekleyici parçalar olarak görülebilir. İlk bakışta, gerçi öteki tematik bölümlerin de ağırlıklı olduğu izlenimini edinmek mümkündür. Örneğin II. ve III. Kitap'ta genişçe üzerinde durulmuş bir konu "ideal devlette edebiyatın (yazı/şiir sanatının) reddedilmesi konusu" sonda bir kez daha karşımıza çıkar ve Politeia'nın tek bir ana tema etrafında dolaştığı tezimizi çürütüyor gibi görünür; bütün ile organik bir bağ kurmayan sonradan eklenmiş bir bölüm izlenimi verir burası; ardından IX. Kitap'tan itibaren adil olanın bu dünyada ve öte dünyadaki ödüllerini betimleyen bir açıklama ile karşılaşırız. Sığ, düz bir özgecilik (bencillikten uzak olma) anlayışı mı söz konusudur burada; hani Platon düşüncesini tümünden zedeleyecek bir sığlık? Ancak ne gelişigüzel bir ekleme durumu ile ne de böyle bir sığlık ile karşı karşıya olduğumuzu iddia edebiliriz. Bu bölümlerin de ana konu ile bağlantıları bulunmaktadır. Çünkü ideal devletin görevlilerinin seçilip yetiştirilmesi sürecinde müzik ile edebiyat, bekçiler devletinde önemli eğitim ve yetiştirme güçleri olarak görevlendirilmişlerdir; bu arada eski ve mevcut edebiyat reddedilmiş, bambaşka, amaca uygun bir müzik ve edebiyat anlayışı onun yerine konmuştur. Çünkü geleneksel ve mevcut edebiyat, tanrıları ve kahramanları anlatırken, ahlaki düzlemdeki yetersizliğinden ötürü, dinleyiciler üzerinde (özellikle tiyatroda) zarar verici etkiler yapmakta, karşımıza yanıp yakaran kahramanlar, gülen, ciddiyetten uzak tanrılar çıkartmaktadır. Bu kötü etkinin nedeni, edebiyat canlandırmasının salt taklitten yola çıkması ya da var olanı olduğu gibi alması, taklit edeni de taklit edilmiş hale koymasıdır. Bu anlatma şekli, derine inme yeteneğinden yoksundur, dolayısıyla da taklit edici bütün edebiyatın değersiz oluşunun nedenidir, ayrıca da ruhta yol açtığı etkilerden ötürü işe yaramaz bu edebiyat. Bu edebiyat anlayışı ruhun üçe bölünmüşlüğü ve İdealar öğretisinden sonra, VI. ve VII. Kitapların ardından ortaya konmuştur; bu ek istediği kadar zorunlu olsun, ancak ana konunun ele alınıp tartışılmasının ardından buraya girebilmiştir. Ayrıca adil, haksever olanın ödüllenmesi konusu için de IX. Kitap'tan sonra bir yer ayrılmıştır, yani adil olanın ruhtaki özünün ve yol açtığı sonuçların tartışılmasının ardından kala kala bu yer kalmıştır metinde. Kısacası, bütün bu ve benzeri konulardaki görüşler, asıl konunun tartışma hattının kıyısında köşesinde kendilerine bulabildikleri yerlere serpiştirilmişlerdir demek doğru olacaktır. Dolayısıyla da bir gelişigüzellik ve dağınıklık değil de, adalet konusunun ekseninde bir dağıtılma söz konusudur. Adalet eninde sonunda ödülünü bulacaktır, ama kişi bu ödül uğruna adil olmaya çalışmamalıdır; bu düşünce Platon için tartışılmaz bir doğru, bir aksiyomdur; dünyada, "iyi" İdea'sının üzerinde "en yüce iyi" olan tanrısalın bulunduğu bir düzen olduğuna kesinlikle inanmasının sonucudur. Bu durumda, ölümsüz ruh için –ruhun ölümsüz olduğunu II. Kitap'ta Sokrates ispatlamıştır– en azından ruhun hayatın cüruflarından, pisliklerinden uzak kaldığı, arınmış o nihai konumunda, duruma göre ödül ya da ceza gelecektir.

İçinde, bütün insani yetersizliklerin ve kusurların ve bunlardan türeyen haksızlıkların hiç olup çıktığı, bu mutlak adaletli dünya düzeninin manzarası ile karşılaştıktan sonra, metin, başlangıçta (II. Kitap'ta) yola çıktığımız yere dönüş yapıp biter; burası aldatmanın, sahtekârlığın, kötülüğün, tanrıların rüşvetle kandırılabildiği dünyasıdır. II. Kitap'ın başlangıcı ile X. Kitap'ın bitişi, metnin ana temasının dış sınırlarını oluştururlar böylelikle. Bu finali Platon'un ana bölümü tasarlayıp geliştirirken tasarlamış olduğu kesindir; dolayısıyla da karşımızda, daha önce kendine metinde yer bulamamış bölümlerin eklendiği bir bölüm bulunmamaktadır. Metnin ana konusunun işlendiği bölümlerdeki, hatta, daha I. Kitap'ın başındaki çok sayıda yollama bunu göstermektedir. Sokrates, ana bölümün başında adaleti, mutlu olmak isteyenin öylece ve de getireceği sonuçlardan ötürü sevmesi gereken iyi olarak tanımlar. Glaukon, haksızlığın dünyası tablosunda, adil kişinin katlanmak zorunda kalacağı korkunç acılara da değinir.

Platon'un bu iddialara karşı çıkması da gerekiyordu, ancak haksızın kendine hep avantaj sağladığı, adil olanın kaybettiği görüşüne yönelik itiraz, X. Kitap'ta gerçekleşir, gene adaletle ilgili aynı sözcükler kullanılır, ama bu kez odakta adalet değil haksızlık yer almaktadır.

Edebiyat sanatının ele alındığı yerde, insanın edebiyatta nasıl yansıtılması gerektiği sorusu, kesin bir dille adalet hakkındaki görüşlerin kavranmasının ardına bırakılır.

X. Kitap'ta Sokrates de bu konuda konuşur, bunu yaparken geçmişe dönerek yollama yapar. Son kitaptan ya da biraz öncesinden geriye, başa dönüşler sıkça karşımıza çıkar, ancak bunlar da bir dağınıklığın, plansızlığın, akla sonradan gelen bir bölümün araya sıkıştırılmasının eseri olmayıp Platon'un X. Kitap'ı yazarken, bütünü yeniden kafasında tasarlayıp göz önünde tuttuğunu gösteren yerlerdir. Gene metnin yapısal bütünlüğü konusuna son bir değinme yaparak geçelim. III. Kitap'ın başlangıcında Sokrates, Hades'in o zamana kadar uzana gelen edebiyatta aşağılandığını söyler ve buna karşı çıkar, ancak doğru görüşün ne olması gerektiğini ortaya koymaz. Ancak X. Kitap'ın kapanış mitosu, bu konuda bir cevap getirir; dolayısıyla X. Kitap'taki bu cevabın daha baştan tasarlanmış olduğunu kabul etmemiz yanlış olmaz. Aynı şekilde I. Kitap ile X. Kitap arasındaki bağlantı hatları, böyle bir bütünsel düşünceye işaret etmektedir. İlk kitapta Kephalos, yaşlı insanın ölüme yaklaştıkça öte dünyadan korkmaya başladığını, geceleri uykusundan dehşetle uyandığını ve hayatının geri kalanında da karanlık bekleyiş içine girdiğini söyler.

Kişinin daha evvel gülüp geçtiği hikâyeler, birden ürkütücü bir güç kazanırlar . Burada öte dünyaya yönelik anlayış, III. Kitap'ta reddedilenin aynısıdır, ancak X. Kitap'ın bitişine konmuş kapanış mitosu, esas doğru imgeyi sunar bize bu konuda. (Sözünü ettiğimiz analitik değerlendiriciler de bunun farkına varmış ve I. ile X. Kitap'ın aynı zamanda yazıldığına hükmetmişlerdir; ama tam da bu anlayışları, Platon sanatını yanlış anladıklarının bir kanıtı olarak sunulabilir; çünkü bütün o önceki aşamalar olmadan, sonda karşımıza çıkan öte dünya mitosu, ilintisiz, çıplak kalmaya, bir masala dönüşmeye mahkûm olurdu.) Sokrates daha Thrasymakhos ile konuşurken tanrıların da adil olup olmadıkları sorusunu ortaya atar ve bu düşüncesine karşısındakinin tereddütle katılması üzerine, adil olanın, tanrıların dostu olması gerektiğini söyler; sonda ise bu baştaki yere belirgin bir yollama yaparak, adil olanın, hakkaniyetten yana olanın tanrıların dostu olduğu ispatını ortaya koyar. Demek ki bu baştaki bölüm yetersizdir, sondan yapılan açıklamalar ile Sokrates baştaki eksikliği de gidermiş olmaktadır. Giriş işlevi taşıyan I. Kitap'ta ileride ele alınacak bütün konulara şöyle bir değinilmekte, bu düzlemler metin ilerledikçe tek tek üzerlerinde durulup açıklanmaktadır. Kephalos'a değinmiştik; Kephalos bizi başka tematik düzlemlere de hazırlar. İnsanın karakterinde, mutluluğun ve mutsuzluğun asıl nedenini görür, böylelikle Gluakon'un, adil olanın özünü ve ruha yaptığı etkiyi araştırma talebine cevap aramanın yolunu açmakla kalmaz, aynı zamanda doğanın insana sunduğu şekliyle site yurttaşının karakterinin, bu yurttaşın seçiminde belirleyici olması gerektiğine işaret eder; devletin inşası için temel bir seçme ilkesidir bu .

Ayrıca soyların en büyük tiranı, zorba Eros'tan da söz eden odur; böylece Platon felsefesi bakımından temel önemi haiz bir temayı ilk kez kulağımıza yansıtır. Üç kez karşımıza çıkar Eros; yetiştiricinin, eğiticinin ruh soyluluğuna ve bedenin güzelliğine duyduğu ölçülü sevgi , hakikatin, doğrunun bilgisine yönelik bahtiyarlık verici, doyurulmaz bir istek olarak, ama aynı zamanda da, tekrar çıkış noktasına dönecek olursak, duyuların en korkunç tutkusu, ruhun demagogu olarak ancak ruhun özünün ve görevinin ne olduğu anlatıldıktan sonra Eros da bütün ihtişamıyla, azametiyle tanımlanmış olur. Gene metin içinde gelişerek bütünlüğüne kavuşan görüşlerden biri de para ile ilintilidir. Kephalos için para adil yaşayabilmenin aracıdır , ama işte, dünyayı hareket ettiren paraya yönelik sınırlı, eksik bir görüştür bu, paranın gerçekten ne anlama geldiği diyalog geliştikçe ortaya çıkar; devlet bekçilerinin malsız mülksüzlüğü önerilirken, para devletin çöküşünün önemli nedenlerinden biri olarak sunulur (IV, VIII, IX). Platon Polemarkhos'u diyaloglara sokup başka önemli bir temayı karşımıza çıkartır: Edebiyat sanatını. Homer ile Hesiod öğretici yazarlar olarak Yunanistan'da hayata yön gösteren kılavuzlar olmuşlardı; edebiyatın yorumu ve anlaşılması bu bakımdan alabildiğine önem taşımaktaydı, Sofistler bu konuya olağanüstü önem vermekteydiler. İşte bu bağlamda edebiyat konusu, üzerinde durulması gereken bir sorunsal alan olarak I. Kitap'taki değinmenin dışına taşarak II., III. ve X. Kitap'a uzanır. Glaukon'unkinden daha önemli bir katkıyı Thrasymakhos yapar metne. Çünkü hakkı (hukuku) güçlü olanın avantajı olarak tanımlayıp çok önemli ve dönemi içinde can alıcı bir soruna değinmiş olmaktadır. Bu sorunsal da I. Kitap'takinden çok daha geniş bir tartışmayı hak etmektedir. Platon bu tespiti daha derinden ele alıp çürütmek için bir karşı tez getirir: Adaletin, hakkın, hukukun, güçlünün aleti olmaması için devlet bekçilerinin eğitilmesi şarttır; çünkü ancak bu durumda güç (kudret), bütüne (devlete/topluma) yönelik temiz bir hizmetin destekleyicisi olacaktır. Haksızlık canavarı imajını da metinde gene Thrasymakhos'a borçlu olduğumuzu görüyoruz ve ancak X. Kitap'ta bu canavarımsı, üstün insan tipini mutsuz biri olarak tanıma şansını buluyoruz. Aynen Eros'ta olduğu gibi, olumsuz tespitten bu tespitin çürütülmesine, oradan da olumlu düzleme varıyoruz. Sokrates düşünceleri için de, başlangıçta ortaya atılmış iddiaların sonunda kanıtlanması durumu geçerlidir elbette. Sokrates her şeye, her nesneye, ona düşen görevi gösterirken ve bu görevin yerine getirilmesi için gerekli yeteneğe işaret ederken de adaletin temel tanımının dayandığı ve herkesin, görevini yerine getirmek için uyması gereken ilkeye de ilk kez değinmiş olur. Sokrates, çelişkiden duyduğu hazzın doğrultusunda, Thrasymakhos'un, kudretli (güçlü) olanın mutlu olduğu anlayışı karşısına, hiçbir iyi (kimsenin) gönüllü olarak hükmetmek, yönetmek istemeyeceği iddiasını öne sürerken, bu iddianın ardından geniş açıklamaların geleceğini fark ederiz. Çünkü öyle ayaküstü ortaya atılıp bırakılacak bir görüş değildir bu. Ve gerçekten de bu düşünce bir ayraç gibi bütün yapıtı içine alır ve filozofların bilgiyi arama araştırmalarından sonra, devlet hizmetine yönelmeleri mecburiyetini onların önüne koyar. Gerçekten de bir mecburiyettir bu; çünkü filozoflar "teorilerinin" güzelliğinden, "İdealar'a bakma" alışkanlığından kendiliklerinden vazgeçip de devlet işlerine yönelmezler. Sonuç olarak, yaptığımız bu uzun açıklamaların ardından, metnin, özellikle geçen yüzyılın analizcilerinin ileri sürdükleri gibi, dağınık, bölümleri birbirinden kopuk bir yapı sergilemek şöyle dursun, ana ekseni oluşturan "adalet" düşüncesinin çevresinde, önsözden başlayarak sona kadar bir bütün oluşturduğunu rahatlıkla ileri sürebiliyoruz. Dikkat edilecek olursa, metnin bütünlüğüne "içerikten", tematik ilişkilerden hareket ederek işaret ettik. Ayrıca "biçimsel" yapı üzerinden yapılacak bir analiz de, böyle bir bütünlüğün varlığını kanıtlayacaktır; ancak biz, aslında ilginç olabilecek ve metnin biçimsel yapısının da enikonu tasarlanmış ve içeriği destekleyen bir "inşa tarzı" oluşturduğunu gösterecek bu analizi akademik çalışmalara bırakarak, Politeia'nın konusuna geçebileceğimizi düşünüyoruz.

Eşsiz Bir Metin

Fiziksel teoride çok fazla ele alınmamasına rağmen, fiziksel dünyanın davranışının altında yatan matematikle bir ilgisi olduğu için seçim aksiyomundan söz edeceğim.

Şu an için bu konu hakkında fazla endişelenmemek yerinde olacaktır. Eğer seçim aksiyomu, su götürmez bir akıl yürütmenin uygun bir biçimiyle şu ya da bu şekilde çözülebilirse, o zaman onun doğruluğu gerçekten de tamamen bir meseledir ve ya Platoncu dünyaya aittir.

Öte yandan seçim aksiyomu yalnızca bir fikir veya keyfi bir karar meselesiyse, o zaman Platoncu mutlak matematiksel formlar dünyası ne seçim aksiyomunu ne de onun olumsuzlanmasını içerir.

Platon'un dünyasına ait olabilecek iddialar kesinlikle doğru olanlardır.

Aslında, matematiksel nesnelliği gerçekten Platonculuğun neyle ilgili olduğu olarak görürdüm.

İddianın bir varlığı olduğunu söylemek, onun nesnel anlamda doğru olduğunu söylemekten başka bir şey değildir.

Benzer bir yorum, örneğin 3 sayısı kavramı veya tam sayıların çarpımı kuralı veya bir kümenin sonsuz sayıda öğe içerdiği fikri gibi - hepsi nesnel kavramlar oldukları için Platoncu bir varlığa sahip olan kavramlar için de geçerlidir. Benim düşünce tarzıma göre Platoncu varoluş basitçe bir nesnellik meselesidir ve buna göre bazı insanların bu şekilde görmesine rağmen kesinlikle mistik bir şey olarak görülmemelidir.

Bununla birlikte, seçim aksiyomunda olduğu gibi, bir varlık için bazı önerilerin nesnel bir varlığa sahip olarak kabul edilip edilmeyeceğine ilişkin sorular hassas ve bazen teknik olabilir.

Buna rağmen, kavramların genel sağlamlığını takdir etmek için kesinlikle matematikçi olmamıza gerek yok. Mandelbrot kümesini oluşturmak için bir kompleks sayının önce karesini alıp sonra sabit bir sayıyı ekleyerek yeni sayıyı düzlemde işaretlemeye gerek yok demek istedim.

Mandelbrot kümesi olağanüstü bir yapıya sahiptir, ancak herhangi bir insan tasarımı değildir. Dikkat çekici bir şekilde bu yapı bir basitlik kuralıyla tanımlanır.

Belirtmek istediğim nokta, setin ince detaylarındaki inanılmaz komplikasyonları ilk gördüğünde Mandelbrot'un kendisi bile setin olağanüstü zenginliği hakkında gerçek bir ön yargıya sahip olmadığıdır.

Mandelbrot seti kesinlikle herhangi bir insan zihninin icadı değildi.

Küme, matematiğin kendisinde nesnel olarak oradadır.

Kümeye fiili bir varlık atfetmenin anlamı varsa, o varlık bizim zihnimizde değildir, çünkü hiç kimse kümenin sonsuz çeşitliliğini ve sınırsız karmaşıklığını tam olarak kavrayamaz. Varlığı, en iyi ihtimalle bu çıktıların, setin kendisine bir yaklaşıklığın gölgesinden başka bir şey olmadığı için, inanılmaz karmaşıklığının ve ayrıntısının bir kısmını yakalamaya başlayan çok sayıda bilgisayar çıktısında da yatamaz.

Yine de şüphe götürmeyen bir sağlamlığı var; çünkü aynı yapı -onu inceleyen bilgisayardan bağımsız olarak- ne kadar yakından incelenirse, tüm algılanabilir ayrıntılarında o kadar büyük bir inceliğe kadar ortaya çıkar.

Varlığı ancak Platonik formlar dünyasında olabilir.

Sakın gene felsefe yapmaya başlama dediğinizi duyar gibiyim!

Yapılara herhangi bir tür aktüel varoluş atfetmekte güçlük çeken pek çok okuyucu olacağının farkındayım.

Bu tür okuyuculardan ricada bulunayım, onlar sadece varoluş teriminin onlar için ne anlama gelebileceğine dair kavramlarını genişletsinler.

Platon'un dünyasının biçimlerinin, tablolar gibi sıradan nesnelerle aynı türden bir varoluşa sahip olmadığı açıktır.

Mekânsal konumları yoktur; ne de zaman içinde var olurlar.

Nesnel kavramlar zamansız varlıklar olarak düşünülmeli ve ilk insan tarafından algılandıkları anda var oldukları varsayılmamalıdır.

Gösterilen setin belirli girdapları, bilgisayar ekranında ilk görüldükleri anda varlıklarını kazanmamışlardır.

Setin arkasındaki genel fikir ilk kez insanca ortaya konduğunda da ortaya çıkmadı.

Dolayısıyla matematiksel varoluş, yalnızca fiziksel varoluştan değil, aynı zamanda zihinsel algılarımız tarafından atanan bir varoluştan da farklıdır. Yine de, üç ayrı dünyaya ait varlıklar olarak diğer iki varoluş biçiminin -fiziksel, zihinsel ve Platonik- her biri ile derin bir bağlantı vardır.

Platonik dünyayı fiziksel dünyayla ilişkilendiren bu gizemlerin ilkiyle ilgili olarak, matematik dünyasının yalnızca küçük bir bölümünün fiziksel dünyanın işleyişiyle ilgili olmasına izin veriyorum.

Beklenmedik önemli uygulamalara sık sık şaşırmamıza rağmen, günümüzde saf matematikçilerin faaliyetlerinin büyük çoğunluğunun fizikle veya başka herhangi bir bilimle açık bir bağlantısı olmadığı kesindir.

Aynı şekilde, zihniyetin belirli fiziksel yapılarla birlikte ortaya çıktığı ikinci gizemle ilgilidir. Fiziksel yapıların çoğunluğunun zihniyeti tanıtması gerektiğinde ısrar etmiyorum. Bir kedinin beyni gerçekten zihinsel nitelikleri uyandırabilirken, ben aynı şeyi bir kaya için söyleyemiyorum. Son olarak, üçüncü gizem için, zihinsel faaliyetimizin yalnızca küçük bir bölümünün ilgilenmesi gerektiğinin apaçık olduğunu düşünüyorum.

mutlak matematiksel gerçek! (günlük hayatımızı dolduran çok çeşitli rahatsızlıklar, zevkler, endişeler, heyecanlar ve benzerleriyle daha çok ilgileniyoruz) Bu üç gerçek, alınan her bir dünya ile bir sonraki dünya arasındaki bağlantının temelinin küçüklüğünde temsil edilir. Fiziksel evrendeki her şey, tamamen kesin ayrıntılarla matematiksel ilkeler tarafından yönetilir - belki de öğreneceğimiz gibi denklemler veya belki de bugün denklemler terimiyle adlandıracağımız olanlardan temelde farklı olan bazı gelecekteki kavramlar tarafından yönetilir.

Eğer bu doğruysa, o zaman kendi eylemlerimiz bile, kontrolün katı ilkeler tarafından yönetilen bazı rastgele davranışlara hala izin verebileceği bir kontrole tamamen tabi olacaktır.