7

-bay Lee, ben orta yaşlıyım, ölümü istiyorum. Yaşlandığım zaman ölümden korkacak mıyım acaba?

-Ölmek için erken olduğunu düşünüyorum, teacher. Hayatınızda hedefleriniz var.

-senin hedeflerin neler?neden bu ülkeyi seçtin mesela?

-Aynı kültürden hatta aynı ırktan geldiğimi düşünüyorum.

-yani biz sarı ırk mıyız? Fiziksel özelliklerimiz farklı, gözlerim senin gibi çekik değil mesela.

-Büyük göçten sonra gen havuzunuz genişledi. Araplarla ve batılılarla gen alışverişinde bulundunuz.

Hun hanedanlığına baktığımız zaman ne kadar benzer olduğumuz kolaylıkla görülebilir.

-son Türkü dişi bir kurdun besleyip büyüttüğüne inanırız. Bu herkes tarafından bilinen bir efsanedir, yazarlarımız hep dişi kurttan söz eder.

motif, hikâye etmenin küçük bir unsuru olarak tanımlanır. İçinde barındırdıkları nitelikleri itibariyle hikâyenin parçalanamaz bir unsuru olarak geleneksel bir tanıma sahiptir. Aynı zamanda motif kavramı, farklı eserlerde karşımıza çıkan bölünmez, parçalanmaz tematik ünitelerdir. Çeşitli edebi metinlerde tekrarlanan ve özel bir anlam taşıyan unsurlar da motif adını almaktadır. Muhtelif tanımlara sahip olan motif, özetlenecek olursa edebi eserlerde benzer şekillerde vurgulanan ve insanların zihninde kalıcı izler bırakan en küçük anlatım şifreleridir. Öyle ki bu şifreler bir araya getirildiğinde olay örgüsü benzer metinlere aşina olanlarca anlaşılmış olur.

Edebiyat, zengin kaynaklardan beslenen bir sanattır. Böyle bir sanat olması, onun mitoloji denen bir kaynaktan beslendiğini gözler önüne serer. Mitoloji, hayatı, doğayı anlamlandırma eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Edebiyat da, mitoloji ile aynı amaca hizmet etmektedir fakat bu anlamlandırma sürecinde estetik zevkler de rol oynamaktadır. Edebiyatın mitoloji denen kaynaktan beslenişi, iki şekildedir: Olağanüstü anlatıları konu alan eserlerin yapısı ve olağanüstüden ziyade olabilirliğe dayalı eserlerdeki mitolojik yönlerdir. Kaynaklardan beslenme, ilişkiyi ortaya koymak açısından iki farklı yol karşımıza çıkarmaktadır: Olağanüstü bir eser incelendiğinde -motif yanı ağır basan bir eser- o eserin yazıldığı kültürün mitolojik bilgisine sahip olma becerisine sahip olmak, şifreleri çözebilmek bir uzmanlık gerektirmektedir. Olabilirliğe dayalı bir eseri, motif yönünden azalmış bir eseri incelemeye koyulduğumuzda eserlerin, motifleri simge ya da imge olarak verebileceklerini, bazen de mazmun ya da gönderme şeklinde yer alabilecekleri gibi eserin ana kurgusunu da oluşturabileceğini göz ardı edemeyiz, Mr. Lee.

-Bizim kültürümüzde ejderha motifi ünlüdür, teacher.

-biliyorum. 23 nisan çocuk şenliğinde ejderha motifini ülkenin çocukları her yıl temsilde kullanırdı.

Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı'nda, Ergenekon Destanı'nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar'ın ''Dağa Çıkan Kurt'' isimli eserinde yer alan 'aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov'un ''Dişi Kurdun 'üyaları''adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini sana çözümlemeye çalışacağım.

Birinci tekil bakış açısıyla konuşan anlatıcı, tanıdığı bir Türk şairinin kendisine bahsettiği Fransızca eserden esinlenerek, bir kurt hülyasına dalar. Bu çerçevenin içine yerleştirilen ikinci olayda bir çocuğun uykuyla uyanıklık arasında gördükleri, yine "ben" anlatıcı ile sunulur.

yıkıcı etkide kalmış yoksul bir evdeki küçük çocuğun dinlediği ve gerçeküstü çizgiler taşıyan kurt masalı, üçüncü bir metin halkası oluşturmaktadır. Hikâyenin sonunda daldığı hayalden uyanan anlatıcı, masalın kendisinde uyandırdığı hisleri dile getirir. Anlatıcının kurguladığı hayalin içinde yer alan çocuk ve onu uykusundan uyandıran kurdun anlattığı masal son sahnede birleşir. Bozkurtla karşılaştığı andan itibaren dönüşüm yaşayan çocuk nihayet bir kurt olur ve masalda işaret edilen, yurtları işgal edilmiş kurtlar gibi dağa çıkarak mücadele için ant içer.

Kurt motifinin çıkış noktası Alfred de Vigny'nin ''Kurdun Ölümü'' adlı eserdir. Fransız yazarın eserinde hikâye şudur: Bir gün avcılar, kurt iline baskın düzenler. Bu baskında eşini ve yavrularını korumak isteyen baba kurt kendini avcıların önüne atarak avcıları oyalar. Bu sırada dişi kurt ve yavru kurt kaçıp kurtulma imkânı bulur. Fakat şiirin sonunda avcılar baba kurdu parçalamıştır. Halide Edip'in hikâyesi de şöyledir: Bir gün ormanda kavga çıkmış ve hayvanlar, birbirlerine girmişlerdir. Kırk günün sonunda fil, barış borusu çalar. Bu barış borusuyla birlikte kavga eden hayvanlar toplanır. Ancak hepsi yaralı ve perişan haldedir. Fil, toplanan hayvanlara uzun bir nutuk atar. Filin barış nutkunda her hayvan kendinden güçsüz olanı düşünür. Burada bir karar alınır: Ormanda barışın devam ettirilebilmesi için bir hayvan cinsi feda edilecektir. Bunun için de kurt soyunda karar kılınır. Kurt da soyu için verilen bu hain hüküm kalkana kadar dağa çıkmaya ve orada mücadele etmeye karar verir.

Halide Edip Adıvar eserinde kurt motifinin açılışını şu cümleyle yapar: ''Nihayet başım boş ve içim sınırsız bir sıkıntı içinde, deniz altın bir ışıkla dümdüzken kurt hülyasına daldım.'' Hikâyesinin ilerleyen kısımlarında rüyasındaki kurdu tasvîr ettiğini gözlemleriz. Bu tasvir, hikâyenin içinde önemli bir yer eden, temaya götüren önemli bir tasvirdir:

''Yaralı, kocaman bir bozkurt arka ayakları üstünde oturuyor; korkunç, uzun başı ateşli gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Omzundan boz tüyleri üzerine akan kanlar, garip, soluk lekelerle sarı ayın sarı ışığında dalgalanıyordu. (…) , gözleri o kadar derin, o kadar ateşliydi ki, vücudu o kadar bütün kurtların babası gibi büyük ve korkunçtu ki, öyle oturup bakarken bile kendi kendime onun ağzından midesine gireceğim, bir lokma olacağım sanıyordum. Fakat bu kocaman ve korkunç kurdun gözleri, çenesi üstünden akan kanları, onun büyük, pek büyük bir savaştan çıktığını gösteriyordu. Bakarken bakarken içimde, gerçekten, o kurdun içine girip çıkmış gibi tuhaf ve tanıdık bir duygunun izleri uyandı. O izler neydi bilemiyorum.''

Anlatıcı kahraman, kurdu gördükten sonra anlamlandırma sürecine girer. Gördüğü kurtta, tanıdık izler bulur fakat kendisi de bunları bilemeyecek durumdadır. O cümleden sonra bilemediği tanıdık duygu, zihninde yavaşça canlanmaya başlar gibidir: ''Fakat yüzlerce sorunun dolambaçlı, unutulmuş efsanelerine doğru uzanıp gidiyordu.''

Halide Edip'in dolambaçlı, unutulmuş efsane dediği şey, eski Türklerin dönemlerine uzanan efsanelerdir. Bu dönemlerdeki destanlar, destanlara ve efsanelere konu olan kahramanların o zamanlarda gösterdiği kahramanlıklar, kazandığı zaferler de buna eklenebilir. Kurt, anlatıcı kahramanda böyle bir etki bırakmış ve kendini böyle anlamlandırmıştır. Anlamlandırma süreci tamamlandıktan sonra özdeşleşme başlayacaktır: ''O izlerin sonundaki sırlı yola vücudumla beraber ulaşmıştım; kocaman, yaralı ve ateşli bozkurdu anlamış, tıpatıp onunla bir olmuştum.''

Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kurt soyunun felaket masalı dinlediğini ve sonunda da hayvanlar arasından kurtların feda edilmesiyle kurtların dağa çıkışı da mücadele eylemini başlatır: ''Herkes, tuzak, tırnak, pençe ve her şeyle kurt soyuna saldırdı. Bu eşi görülmemiş bozgun ve yıkım karşısında inlerinden, cengelin av ve tuzak yerlerinden yaralı, bahtsız boşanan kurtlar, soyun öç andını ulumak için dağlara çıktı.''

Eserden yapılan alıntılardan hareketle Halide Edip'in kurt motifi hakkına şunları söylemek mümkün olacaktır: Hikâyedeki kurt motifi, yaralıdır çünkü bir savaştan çıkmıştır. Halide Edip, yaralı kurtla vatanın içinde bulunduğu durumu özdeşleştirmiştir. Yazar, yaşadığı devirden soyutlanamaz ve ayrı düşünülemez. Adıvar da, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı dönemlerine şahitlik etmiş, bu dönemlerin nabzını tutmuş bir sanatçıdır. Kurt soyunun felaket masalı okuması, Türk milletinin felaket masalı okuması olarak düşünülebilir. Kurtların öç andını okuması ile de Türklerin kendilerine bu felaketi reva görenlere karşı mücadele etmesi de birlikte düşünülmesi gereken bir başka maddedir. Sanatçının kurt motifini kullanması, hele ki bu kurdu yaralı olarak tasavvur etmesi, okuyucularına vermek istediğini dile getirir gibidir.

kurt motifi, Cengiz Aytmatov'un ''Dişi Kurt'' bağlamında da incelenmiştir.

Dişi Kurdun 'üyaları'', 1900 yılında yayımlanan, 'efik Özdek tarafından Türkçe'ye kazandırılan önemli romanlardan birisidir. 'oman, üç bölüm olarak kurgulanmış dört hikâyeden oluşmaktadır. Birinci hikâye kurtların, ikinci hikâye papaz okulundan ayrılan Abdias'ın, üçüncü hikâye Hz.İsa'nın, dördüncü hikâye ise çoban Boston'un hikâyesidir. 'oman önce dişi kurt Akbar'ın gözüyle anlatılmaya başlanır. Daha sonra da olaylar Abdias'ın gözüyle ve geriye dönüşlerle ele alınır. 'omanın son bölümünde ise olaylar hem Akbar'ın hem de Boston'un gözüyle verilir.

Eserin giriş kısmında, olayların merkezinde Taşçaynar ve Akbar yer almaktadır. Bu giriş, iki kurdun tasvirlerini vermesi bakımından ve bizi Cengiz Aytmatov'un kurt motifini kullanacağını anlamamız ve izlememiz yönüyle kılavuz görevi görmektedir:

''Dişi kurt gözlerini yumdu, sevinçle homurdandı. Karnında, kızaran ve süt toplayan memeleri

iki sıra halinde kabarmıştı. Dar inin elverdiği ölçüde yavaşça ama büyük bir keyifle gerindi. Korkunun yerini umudu almış, iyice sakinleşmişti. Yeniden Taşçaynar'ın boz yelesine yaslandı. Taşçaynar (Taş Çiğner) güçlüydü. Kürkü kalın, yumuşak ve sıcaktı. Suskun, mağrur Taşçaynar da dişi kurdun hissettiklerini algılamış, içgüdüsüyle onun ana olacağını anlamış, heyecanlanmıştı. Kulaklarını dikmiş, büyük ve köşeli başını kaldırmış, yuvalarına iyice gömülü kara gözbebeklerinin durgun bakışlarıyla, gölge gibi, belli belirsiz bir şeyler görür gibi olmuştu.''

Verilen alıntıdan hareketle Cengiz Aytmatov'un romanının merkezinde kurt motifi yer almaktadır. ''Dişi Kurdun 'üyaları''nda yer alan bu önemli motif, romanın başkahramanı

olmuştur. Söz konusu olan motif, sadece Türk destanlarında yer almamış, dünya edebiyatlarındaki sözlü verimlerde de boy göstermiştir. Bir yandan böyle bir motifin kullanılmasının evrenselliğinden söz ederken diğer yandan da motifin karakteristik özellikler eklenerek millileştirilmesi vardır. Bu bağlamda Türk milletinde kurt motifi, millî kimlik kazanarak bozkurt olmuştur. Halide Edip de kurt motifini millî olarak işleyenlerden biri olmuştur ve yazardaki kurt motifi, romanda yer alan önemli unsur olmasıyla birlikte anlatıcı kahramandan sonra gelen başkahramandır.

Bozkurt da ''Dişi Kurdun 'üyaları''nda, Akbar ve Taşçaynar isimleriyle bir motif olarak yer

alırken Halide Edip'in hikâyesinde isimsiz olarak kendini rüya motifiyle birlikte gösterir:

''Bir yıl öncesine kadar, boz yeleli bu kurtları bu dağlarda bilen yoktu. Buraya gelişlerinden sonra da ortalıkta pek görünmemeye, uzak durmaya devam ettiler. Önceleri şurada burada dolaşıyor, daha çok bölge kurtlarının hâkim olduğu arazinin berisinde, tarafsız bir bölgede konaklıyorlar..''

Yazarın ''boz yeleli kurt'' diye tarif ettiği bu iki kurt, romanda hem milli hem evrensel özellikleri bünyelerinde barındırmışlardır. Halide Edip'in hikâyesinde tasvir ettiği kurt, yaralıdır ve savaştan yeni çıkmış bir görüntüsü vardır. Bu kurt, Aytmatov'un romanında da olduğu gibi millî ve evrensel özellikler taşır. Millî olması, kurdun Türk milletini temsil edişinden, evrensel oluşu da sahip olduğu kudretinden ve mücadeleci oluşundan gelir.

Aytmatov'un romanında dişi kurt Akbar, ''hür ve bağımsız olmayı her şeyden üstün tutardı'' diye tanıtılır. Burada temsil edilen değer, esaret altında yaşayamamaktır. ''Dağa Çıkan Kurt''ta ise kurt, yaralı olarak tasvir edilmekle birlikte bu kurt, içinde bulunduğu toplulukla anılmaktadır. Hikâyede kurda bahşedilen rol, barışı sağlamak adına yem ve av olmaktı. Kurt topluluğu da kendilerine biçilen bu rolün üzerine dağlara çıkarak öç andını okumaya başlar. Kurtların öç andı okuması, kendilerine bu hükmü verenlerle mücadele edeceklerinin kanıtıdır. Söylememiz gerekirse, Halide Edip'te işlenen kurt motifiyle verilmek istenen değer, Aytmatov'un dişi kurdu aracılığıyla verilmek istenen değerle bağdaşmaktadır.

Aytmatov ve Halide Edip'in kurt motiflerini kullanmasındaki perde arkasına bakıldığında şu cümleleri kurmak yerinde olacaktır: Sovyet idaresinin hüküm sürdüğü Kırgız ülkesinin bağımsızlığa hasretini Aytmatov, bazı sebeplerden ötürü, direkt olarak dile getiremediği için bir kurdu, özellikle de Türkleri sembolize eden bozkurdu, motif olarak tercih ederek dile getirmiştir. Türk destan ve masallarında da kurt asaletli ve kudretli bir hayvan olarak tasvir edilmiştir. Böylece bozkurdun romana, Türk bozkurt mitinin birebir yansıması olarak dâhil edildiği ortaya çıkar. Halide Edip'te ise kurt motifinin ele alındığı ortam, Birinci Dünya Savaşı zamanına rastlayan bir ortamdır. Tasvir edilen yaralı kurt, savaştan yaralı bir şekilde ayrılan Türk ulusudur. Barış borusu çalan fil ise Amerika'yı temsil etmekte ve cengeldeki diğer hayvanlar da dünya ülkelerini temsil etmektedir. Filin barışın düzenini sağlamak adına kurt sürüsünü yem olarak kullanma kararı, Türk ulusuna yapılacak olan saldırılara telmihte bulunmaktadır. Türk ulusu da az evvel söylediğimiz gibi kendisine reva görülen zulmü alkışlamamış, zalimlerle mücadele etmiştir.

''Dişi Kurdun 'üyaları''nda kurtların, Abdias'ın ve Hz. İsa'nın hikâyeleri birbirleri ile paralellik göstermektedir. Aslında bu romanın ana karakteri Abdias'tır ve romanın ana olay örgüsü Abdias'ın günahkârlarla olan mücadelesidir. ''Dağa Çıkan Kurt''ta ise kurtların hikâyesi ise yazarın anlatmak istediği durum arasında bir paralellik vardır. Hikâyenin ana karakteri

anlatıcı kahramandır ve hikâyenin ana olay örgüsü kahramanın rüya motifi ile birlikte kurt masalının anlatılışıdır.

Cumhuriyet devrinin ilk romancılarından Halide Edip Adıvar'ın ''Dağa Çıkan Kurt'' isimli hikâyesi ve Kırgız edebiyatının önemli romancılarından Cengiz Aytmatov'un ''Dişi Kurdun 'üyaları'' adlı eserlerdeki kurt motifi işleniş şekilleriyle benzerlik göstermektedir. Gösterdikleri benzerlikler bir yana bırakıldığında farklılıklar da ortaya çıkacaktır. Adıvar ve Aytmatov, kurt motifini millî ve evrensel boyutlarıyla ele alıp işlemişlerdir. Aytmatov, eserinde Kırgız halkının bağımsızlığa hasretini; Adıvar ise Türk milletinin içinde bulunduğu durumu ve kurtuluşa hasretini kurt motifi aracılığıyla dışa vurmuştur. Yazarların çizdikleri bu motifte ruhsal portre bakımından fark vardır. Halide Edip'te kurt motifi, kendini rüya motifiyle birlikte gösterip ana kahraman olurken, Aytmatov'un eserinde ise kurtlar, rüya motifi olmadan ana kahraman olmuşlardır. Motifin hikâye etmenin en küçük unsuru olduğu, onun bölünemez, parçalanamaz nitelikte olduğu göz önüne alındığında şu sonuca varmak yerinde olacaktır: Söz konusu eserlerden kurt motifi çıkarıldığında eserlerin içi boşalır ve onlardan geriye hiçbir şey kalmaz.

Bu yüzden mi genetik mühendisliği ile ilgileniyorsun? Milletlerin ırklarını çözmek için mi,bay Lee?

-Genetik mühendisliğinin geleceğin mesleği olduğunu düşünüyorum.

-yazılım mühendisliğinin şansı yok mu? Dijital çağda yaşıyoruz.

-yazılım beni güldürmüyor, teacher. Kişinin daha evvel gülüp geçtiği hikâyeler, birden ürkütücü bir güç kazanırlar . Burada öte dünyaya yönelik anlayış, III. Kitap'ta reddedilenin aynısıdır, ancak X. Kitap'ın bitişine konmuş kapanış mitosu, esas doğru imgeyi sunar bize bu konuda. (Sözünü ettiğimiz analitik değerlendiriciler de bunun farkına varmış ve I. ile X. Kitap'ın aynı zamanda yazıldığına hükmetmişlerdir; ama tam da bu anlayışları, Platon sanatını yanlış anladıklarının bir kanıtı olarak sunulabilir; çünkü bütün o önceki aşamalar olmadan, sonda karşımıza çıkan öte dünya mitosu, ilintisiz, çıplak kalmaya, bir masala dönüşmeye mahkûm olurdu.) Sokrates daha Thrasymakhos ile konuşurken tanrıların da adil olup olmadıkları sorusunu ortaya atar ve bu düşüncesine karşısındakinin tereddütle katılması üzerine, adil olanın, tanrıların dostu olması gerektiğini söyler; sonda ise bu baştaki yere belirgin bir yollama yaparak, adil olanın, hakkaniyetten yana olanın tanrıların dostu olduğu ispatını ortaya koyar. Demek ki bu baştaki bölüm yetersizdir, sondan yapılan açıklamalar ile Sokrates baştaki eksikliği de gidermiş olmaktadır. Giriş işlevi taşıyan I. Kitap'ta ileride ele alınacak bütün konulara şöyle bir değinilmekte, bu düzlemler metin ilerledikçe tek tek üzerlerinde durulup açıklanmaktadır. Kephalos'a değinmiştik; Kephalos bizi başka tematik düzlemlere de hazırlar. İnsanın karakterinde, mutluluğun ve mutsuzluğun asıl nedenini görür, böylelikle Gluakon'un, adil olanın özünü ve ruha yaptığı etkiyi araştırma talebine cevap aramanın yolunu açmakla kalmaz, aynı zamanda doğanın insana sunduğu şekliyle site yurttaşının karakterinin, bu yurttaşın seçiminde belirleyici olması gerektiğine işaret eder; devletin inşası için temel bir seçme ilkesidir bu .

Ayrıca soyların en büyük tiranı, zorba Eros'tan da söz eden odur; böylece Platon felsefesi bakımından temel önemi haiz bir temayı ilk kez kulağımıza yansıtır. Üç kez karşımıza çıkar Eros; yetiştiricinin, eğiticinin ruh soyluluğuna ve bedenin güzelliğine duyduğu ölçülü sevgi , hakikatin, doğrunun bilgisine yönelik bahtiyarlık verici, doyurulmaz bir istek olarak, ama aynı zamanda da, tekrar çıkış noktasına dönecek olursak, duyuların en korkunç tutkusu, ruhun demagogu olarak ancak ruhun özünün ve görevinin ne olduğu anlatıldıktan sonra Eros da bütün ihtişamıyla, azametiyle tanımlanmış olur. Gene metin içinde gelişerek bütünlüğüne kavuşan görüşlerden biri de para ile ilintilidir. Kephalos için para adil yaşayabilmenin aracıdır , ama işte, dünyayı hareket ettiren paraya yönelik sınırlı, eksik bir görüştür bu, paranın gerçekten ne anlama geldiği diyalog geliştikçe ortaya çıkar; devlet bekçilerinin malsız mülksüzlüğü önerilirken, para devletin çöküşünün önemli nedenlerinden biri olarak sunulur (IV, VIII, IX). Platon Polemarkhos'u diyaloglara sokup başka önemli bir temayı karşımıza çıkartır: Edebiyat sanatını. Homer ile Hesiod öğretici yazarlar olarak Yunanistan'da hayata yön gösteren kılavuzlar olmuşlardı; edebiyatın yorumu ve anlaşılması bu bakımdan alabildiğine önem taşımaktaydı, Sofistler bu konuya olağanüstü önem vermekteydiler. İşte bu bağlamda edebiyat konusu, üzerinde durulması gereken bir sorunsal alan olarak I. Kitap'taki değinmenin dışına taşarak II., III. ve X. Kitap'a uzanır. Glaukon'unkinden daha önemli bir katkıyı Thrasymakhos yapar metne. Çünkü hakkı (hukuku) güçlü olanın avantajı olarak tanımlayıp çok önemli ve dönemi içinde can alıcı bir soruna değinmiş olmaktadır. Bu sorunsal da I. Kitap'takinden çok daha geniş bir tartışmayı hak etmektedir. Platon bu tespiti daha derinden ele alıp çürütmek için bir karşı tez getirir: Adaletin, hakkın, hukukun, güçlünün aleti olmaması için devlet bekçilerinin eğitilmesi şarttır; çünkü ancak bu durumda güç (kudret), bütüne (devlete/topluma) yönelik temiz bir hizmetin destekleyicisi olacaktır. Haksızlık canavarı imajını da metinde gene Thrasymakhos'a borçlu olduğumuzu görüyoruz ve ancak X. Kitap'ta bu canavarımsı, üstün insan tipini mutsuz biri olarak tanıma şansını buluyoruz. Aynen Eros'ta olduğu gibi, olumsuz tespitten bu tespitin çürütülmesine, oradan da olumlu düzleme varıyoruz. Sokrates düşünceleri için de, başlangıçta ortaya atılmış iddiaların sonunda kanıtlanması durumu geçerlidir elbette. Sokrates her şeye, her nesneye, ona düşen görevi gösterirken ve bu görevin yerine getirilmesi için gerekli yeteneğe işaret ederken de adaletin temel tanımının dayandığı ve herkesin, görevini yerine getirmek için uyması gereken ilkeye de ilk kez değinmiş olur. Sokrates, çelişkiden duyduğu hazzın doğrultusunda, Thrasymakhos'un, kudretli (güçlü) olanın mutlu olduğu anlayışı karşısına, hiçbir iyi (kimsenin) gönüllü olarak hükmetmek, yönetmek istemeyeceği iddiasını öne sürerken, bu iddianın ardından geniş açıklamaların geleceğini fark ederiz. Çünkü öyle ayaküstü ortaya atılıp bırakılacak bir görüş değildir bu. Ve gerçekten de bu düşünce bir ayraç gibi bütün yapıtı içine alır ve filozofların bilgiyi arama araştırmalarından sonra, devlet hizmetine yönelmeleri mecburiyetini onların önüne koyar. Gerçekten de bir mecburiyettir bu; çünkü filozoflar "teorilerinin" güzelliğinden, "İdealar'a bakma" alışkanlığından kendiliklerinden vazgeçip de devlet işlerine yönelmezler. Sonuç olarak, yaptığımız bu uzun açıklamaların ardından, metnin, özellikle geçen yüzyılın analizcilerinin ileri sürdükleri gibi, dağınık, bölümleri birbirinden kopuk bir yapı sergilemek şöyle dursun, ana ekseni oluşturan "adalet" düşüncesinin çevresinde, önsözden başlayarak sona kadar bir bütün oluşturduğunu rahatlıkla ileri sürebiliyoruz. Dikkat edilecek olursa, metnin bütünlüğüne "içerikten", tematik ilişkilerden hareket ederek işaret ettik. Ayrıca "biçimsel" yapı üzerinden yapılacak bir analiz de, böyle bir bütünlüğün varlığını kanıtlayacaktır; ancak biz, aslında ilginç olabilecek ve metnin biçimsel yapısının da enikonu tasarlanmış ve içeriği destekleyen bir "inşa tarzı" oluşturduğunu gösterecek bu analizi akademik çalışmalara bırakarak, Politeia'nın konusuna geçebileceğimizi düşünüyoruz.