7

Zhain, kapsülün içinde bir an için boşluğa çekiliyormuş gibi hissetti. Gözleri önündeki ekranlarda, göze doğru ilerleyen rotasını görebiliyordu. Göz, bir yandan sabit duruyor gibi görünse de, kırmızı halkası sürekli hareket ediyordu. Mavi göz bebeği, sanki bir canlı gibi onları izliyormuş hissi veriyordu.

Nairu'nun kapsülü, Zhain'in kapsülünün hemen arkasından ilerliyordu. Zhain, kulaklığındaki bağlantı üzerinden ona seslendi. "Görünüşe göre plan işe yarıyor. Gözle buluşmaya birkaç saniye kaldı."

Nairu, kısa bir sessizlikten sonra cevap verdi. "Tabii ki işe yarıyor. Her şey kontrolümde."

Kapsüller, gözün mavi kapağının önünde belirlediği noktaya ulaştığında, birden duraksadı. Kapsülleri kontrol eden mekanizma, onları nazikçe yavaşlatarak gözün tam önünde sabitledi. Zhain, kemerlerini çözüp kapsülün kapağını açarken derin bir nefes aldı. Etraf, tamamen gözün varlığıyla dolmuştu. Kırmızı halka, döne döne devasa bir girdap gibi görünüyordu. Mavi göz bebeği ise devasa bir kapı gibi onları bekliyordu.

Nairu da kapsülünden çıktı ve Zhain'in yanına geldi. "Hazır mısın?" diye sordu, sakin ama hafif bir meydan okumayla.

Zhain, gözlerini devirdi. "Bu soru bile saçma. Hayır, hazır değilim. Ama bu işi yapacağız."

Nairu, hafifçe gülümsedi ve asasıyla mavi kapağı işaret etti. "O zaman hadi. Evime hoş geldin."

Göz bebeği yavaşça açılmaya başladı, içinden yayılan ışık, Zhain'in ve Nairu'nun etrafını sardı. Artık her şey geri dönülmez bir şekilde başlamıştı.

Zhain ve Nairu, ışıkların içinde yavaşça gözün içine doğru çekilirken etraflarındaki atmosfer giderek daha yoğun bir enerjiyle dolmaya başladı. Göz bebeği, açıldıkça içinden yayılan parıltılı ışıklar, onları saran bir girdap gibi hissettiriyordu. Bu anın garip bir şekilde huzur ve gerilim arasında gidip geldiğini fark eden Zhain, bir an için derin bir nefes aldı ve Nairu'ya yan gözle baktı. Nairu ise, sanki her şeyi önceden planlamış gibi sakin ve kendinden emin bir şekilde ışıklara doğru ilerliyordu.

Etraf tamamen ışıkla dolarken, arkalarındaki boşluktan gelen hafif bir titreşim hissi, Zhain'in dikkatini çekti. Gözleri, Black Thos'un uzak mesafeden göze doğru ilerlediğini fark ettiğinde, içindeki tedirginlik yeniden yükseldi. Gemisi, çarpışma rotasında hızla ilerliyordu. Gözün kırmızı halkası, adeta bir hedef noktası gibi gemiyi içine çekmek için hazır bekliyordu.

"Black Thos geliyor," diye mırıldandı Zhain, hem kendi kendine hem de Nairu'ya duyururcasına. "Umarım dediğin gibi bir şey ters gitmez."

Nairu, sakin bir şekilde ona döndü. "Merak etme," dedi, sesi sakin ve bir o kadar da kararlıydı. "Evimin bunu yapabileceğinden eminim."

Black Thos, göze neredeyse çarpacak kadar yaklaştığında, gözün etrafında bir anda devasa bir ışık ağı oluştu. Bu ağ, gemiyi hızla sararak çevresinde spiral bir enerji alanı oluşturdu. Gemi, ışığın etkisiyle bir an için sarsıldı, ardından etrafını saran ağ, molekülleri birbirine zincir gibi bağlamaya başladı. Metal gövde, devasa bir yapının parçalarıymış gibi ufak moleküler zincirlere ayrıldı. Geminin tüm formu, enerji dalgalarıyla birlikte hızla küçülüyor ve yoğun bir ışık içinde sıkıştırılıyordu.

Zhain, bu manzarayı gözlemlerken bir an için nefesini tuttu. "Lanet olsun, bu… bu gerçekten oluyor," diye fısıldadı kendi kendine. Gemi, neredeyse bir avuç boyutuna kadar küçülmüş gibi görünüyordu; ama yine de parçalanmamış, sadece farklı bir düzene geçmişti. Black Thos, gözün içine doğru çekilirken, bu küçük zincir moleküllerini saran ışık, gemiyi tamamen göze teslim etti.

Gemi, gözün içine girdikten sadece birkaç saniye sonra, yeniden büyümeye başladı. Moleküller zincirlerinden çözülüp eski düzenlerine dönerken, Black Thos hızla eski formuna kavuştu. Metal gövde, parçalar birbiriyle birleşirken sanki hiç zarar görmemiş gibi sağlam bir şekilde gözün içinde duruyordu.

Zhain, geminin gözün içine girdiğini ve eski haline döndüğünü gördüğünde bir an için rahatladı. "Bu delilikti," dedi kendi kendine, sesi hafif bir gülümsemeyle karışık bir rahatlama taşıyordu.

Nairu, Zhain'e doğru döndü ve sakin bir şekilde başını salladı. "Sana söylemiştim," dedi, gözlerinde hafif bir alayla. "Evim, böyle şeyler için tasarlandı."

Zhain, hâlâ olan biteni sindirmeye çalışıyordu. "Bu kadarını beklemiyordum," dedi. "Ama sanırım gemim zarar görmediği sürece şikâyet etmeyeceğim."

Nairu, hafifçe gülümsedi ve gözün içindeki atmosferi işaret etti. "Şimdi, artık evime hoş geldiniz. Bundan sonrası daha ilginç olacak."

Zhain, derin bir nefes alarak Nairu'nun işaret ettiği yöne baktı. Gözün içinde, bambaşka bir dünyanın başlangıcını görebiliyordu. Göz bebeğinin içine adım atmak, onun için tamamen yeni bir maceranın başlangıcıydı. Black Thos, bu dünyaya dahil olmuştu ve Zhain, bu yolculuğun nereye varacağını merak ediyordu.

Nairu, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve elindeki siyah taşı yere bıraktı. Taş, yere değer değmez sanki ağırlıksızmış gibi yavaşça zeminde kayboldu. Tüm dikkatini elinde tuttuğu mavi taşa yönlendirdi. Taş, avucunda parlak bir enerjiyle titreşiyor, bir enerji nabzı gibi Zhain'in bile hissedebileceği bir yoğunluk yayıyordu.

"Anlaman için benim de anlamam gerekiyor," dedi Nairu, sesi bir yandan sakin, bir yandan da bu sürecin ciddiyetini hissettiriyordu. Taşı kendine doğrultarak formunu değiştirmeye başladı. Vücudu yavaşça çözülür gibi oldu, sınırları ve şekli kayboldu. Bedeninin tüm fiziksel özellikleri silinirken, geriye yalnızca saf bir enerji formu, saf bir ruh kaldı. Parlak, beyaz ve mavi bir ışık yayan bir formdaydı şimdi. Zhain, bir an için bu manzaranın güzelliği karşısında nefesini tuttu.

"Şimdi," dedi Nairu, ruh haliyle Zhain'e dönerken. "Ruhumu senin ruhunla hizalayacağım. Düşünce organlarımızın içerisinde bulunan bilgi hücreleri birbiriyle hizalanacak. Böylece ben senden, sen de benden anlayacak ve bileceksin."

Zhain, bu sözler karşısında bir an için şaşkınlıkla geriye çekildi. "Bu… bu nasıl bir şey olacak?" diye sordu, sesi hem merak hem de hafif bir korku taşıyordu.

Nairu, onun sözlerine cevap vermedi. Saf ruh formu, yavaşça Zhain'e doğru hareket etmeye başladı. Zhain, Nairu'nun ışık huzmesinin yaklaştığını hissettiğinde, bir adım geri çekilmek istedi ama bacakları sanki yerinden kalkmamış gibi hareket etmedi. Nairu, bir ruh formunda Zhain'in önünde durdu, sonra birden hızla bedenine doğru ilerledi.

Zhain, Nairu'nun ruhunun içine girdiği anda tüm vücudunda bir şok dalgası hissetti. Sanki birkaç volt elektrik almış gibi bütün bedenini bir anlığına sert bir titreşim sardı. Elleri istemsizce kasıldı, omuzları gerildi. Bu, onun daha önce hissetmediği bir şeydi. Nairu'nun ruhu vücuduna nüfuz ederken derin bir soğukluk hissetti. Bu soğukluk, derisinden başlayarak damarlarına, hatta iliklerine kadar işliyordu.

Ancak bu sadece fiziksel bir tepkimeydi. Gerçek etkiler, Zhain'in zihninde ve ruhunda gerçekleşmeye başlamıştı. Zhain, algılarının kontrolünden çıktığını hissetti. Gözlerini kapalı tutmasına rağmen etrafındaki her şey birden belirginleşti. Nairu'nun varlığı, sanki zihnine bir ağ gibi yayılmıştı. Farklı bir beynin varlığı, düşüncelerine dokunuyordu. İkisi arasındaki beyin birleşmesi başlamıştı.

Zhain birden, gözün nasıl inşa edildiğini ve tüm sürecini algıladı. Magnetarların, nebulaların ve devasa yıldızların nasıl yutulduğunu gördü. Karanlık maddelerin bir araya getirilişini, çekirdeğin oluşturulma sürecini, gözün devasa bir enerji merkezi olarak nasıl varlık bulduğunu anladı. Bu bilgiler, onun zihninde sanki daha önce zaten oradaymış gibi beliriyordu. Gözün, Nairu'nun ruhu ve zekâsının bir yansıması olduğunu anlamıştı. Göz sadece bir ev değil, bir evreni barındıran, inanılmaz bir mekanizmaydı.

Aynı anda, Nairu da Zhain'den bilgiler almaya başladı. Zhain'in geçmişine, yaptıklarına ve yaşadıklarına dair anılar zihnine doluyordu. Zhain'in yalnız bir gezgin olarak evrende dolaştığını, başka insanlara yardım ettiğini, ama her zaman kendine bir bağ kuracak bir yer aradığını fark etti. Zhain'in içindeki derin yalnızlık ve bir yandan kendini bulma, diğer yandan başkalarına bağlanma arayışı, Nairu için tamamen yabancı bir histi. Daha önce hiç hissetmediği bu duygular, Zhain'in ruhundan ona akıyordu.

Zhain'in geçmişte karşılaştığı mücadeleler, aldığı riskler ve tehlikeler bir film şeridi gibi Nairu'nun zihninde canlanıyordu. Ama en önemlisi, Zhain'in hissettiği güçlü bağlılık ve koruma içgüdüsüydü. Nairu, Zhain'in daha önce benzer durumlarda verdiği kararları, ahlaki çerçevesini ve inandığı değerleri anlamaya başladı.

İkisi de aynı anda birbirlerinden bilgi alıyor, ama bu bilgileri yalnızca anlamakla kalmayıp içselleştiriyorlardı. Zhain, Nairu'nun ruhunun derinliklerindeki yaratıcı gücü ve mantığını kavrarken, Nairu da Zhain'in karmaşık duygusal yapısını ve insani tarafını anlamaya başlıyordu.

Bir süre sonra, Nairu'nun ruhu Zhain'in bedeninden yavaşça ayrıldı. Zhain, aniden geri çekildi ve birkaç adım geriye sendeledi. Kalbi hızla atıyordu, nefesi düzensizdi. Nairu, yeniden fiziksel bir forma bürünerek onun karşısında belirdi. Bu sefer formu, Zhain'in tanıdığından daha farklıydı. Saçları beyazın içine mavi yansımalar taşıyordu, gözleri ise tamamen parıldayan bir ışık gibiydi.

"Şimdi," dedi Nairu, sesi daha yumuşak ama derin bir anlam taşıyordu. "Artık hem sen beni anlıyorsun, hem de ben seni."

Zhain, derin bir nefes alarak ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Bu… inanılmazdı," dedi, şaşkın bir ifadeyle. "Ama aynı zamanda çok garip. Bunca şeyi bir anda bilmek, hissetmek… Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım."

Nairu, hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Bunun nasıl hissettirdiğini biliyorum. Bu, sadece başlangıç, Zhain. Şimdi artık daha fazlasını birlikte keşfedebiliriz."

Zhain, gözlerini Nairu'ya dikerek bir süre düşündü. Hem korku hem de merakla doluydu. Ama artık bu yolculuğun bir parçası olduğunu biliyordu. Ne olduğunu ve neden burada olduğunu anlamaya başlamıştı. Şimdi, her şey daha karmaşık bir şekilde ama daha net bir amacı işaret ediyordu.

Zhain, Nairu'nun büründüğü yeni formuna bakarken başını hafifçe salladı. Gözlerinde hem hayranlık hem de biraz şaşkınlık vardı. "Artık her şeyi anlıyorum," dedi, sesi biraz alaycı bir tonda, ama altında bir ciddiyet barındırıyordu. "Gerçekten… acayip. Hem bu yer, hem sen, hem de bu göz." Derin bir nefes aldı ve ekledi: "Ama kabul etmeliyim ki, bu dünyayı anlamak bir yana, seninle aynı frekansta olmak bile oldukça zordu."

Nairu, Zhain'in sözlerini dinlerken başını eğdi ve mavi gözleri bir anlık düşünceyle doldu. "Duygulardan bahsetmek istiyorum," dedi, sesi bu sefer daha yavaş ve sanki bir şeyleri keşfetmeye çalışıyormuş gibi çıktı. "Birkaçını biliyorum. Sadece… arkadaşlık ve adını yarım yamalak bildiğim bir duygu daha: hüzün." Ellerini yanlarına indirerek, Zhain'in gözlerine baktı. "Diğer duygular… onları anlamıyorum. Adlarını bile bilmiyorum. Ama senin zihninde gördüm. O duyguları biliyorsun. Onları hissettin."

Zhain, Nairu'nun bu açıklaması karşısında kısa bir süre düşündü. Onun bilmediği bir şeyi öğrenmeye çalıştığını ve bu konuda samimi olduğunu anlayabiliyordu. "Hüzün mü?" diye sordu, hafif bir tebessümle. "Hüzün garip bir şeydir, Nairu. Bazen her şey yolunda gibi görünse bile kendini hissettiren, bazen de bir kayıpla ya da özlemle gelen bir duygu."

Nairu, Zhain'in sözlerini dikkatle dinliyordu. Başını hafifçe yana eğerek kendi kendine mırıldandı. "Kaybetmek… ya da özlemek." Sonra derin bir nefes aldı ve daha konuşacak gibi göründü, ama Zhain onun sözlerini keserek elini mavi taşa uzattı.

"Mavi taşı alabilir miyim?" dedi Zhain, taşın hafifçe parıldayan yüzeyine bakarak. "Biraz buraları dolduralım, ne dersin? Bir şeyler inşa edelim."

Nairu, Zhain'in sorusuna bir an duraksayarak baktı. Sonra hafif bir gülümsemeyle mavi taşı uzattı. "Tabii," dedi, taşı avucunun içinde yavaşça ona doğru hareket ettirirken. "Ama dikkatli ol. Bu taş, sadece bir nesne değil. O, inşa edilecek şeyin ruhunu belirler."

Zhain, taşı dikkatle aldı. Avucunda taşı tutarken taşın hafifçe titreştiğini ve avucunda bir sıcaklık yarattığını hissetti. Taşın parıltısı, çevresindeki beyaz boşluğu bile hafifçe aydınlatıyordu. "Anladım," dedi, taşı kaldırarak. "O zaman bu boşlukta biraz renk ve hayat oluşturalım."

Nairu, Zhain'in taşı nasıl kullanacağını merakla izlerken birkaç adım geri çekildi. "Ne inşa edeceksin?" diye sordu, sesi bu sefer biraz daha yumuşaktı.

Zhain, yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirerek taşı havaya kaldırdı. "Sana sürpriz," dedi. Ardından taşı iki elinin arasında tutarak parmak uçlarındaki büyü sembollerini aktive etti. Taş, Zhain'in büyü gücüne tepki verircesine daha parlak bir şekilde titredi. Havada, taşın yaydığı enerjiyle bir daire çizdi.

Zemin bir anda titremeye başladı. Taştan yayılan enerji, havada dairesel bir iz bırakırken Zhain'in odaklandığı alanlarda yavaşça şekiller belirmeye başladı. Önce zemin çatırdayarak bir yol oluşturdu. Ardından, bu yol boyunca yükselen taş sütunlar ortaya çıktı. Taşlar, sanki canlıymış gibi birbirine bağlanarak bir geçit oluşturmaya başladı. Geçidin ortasındaki açıklık, Nairu'nun dikkatini çeken bir şekilde parıldıyordu.

Zhain, her çizgide ve her hareketinde odaklanmıştı. "Şimdi burayı biraz daha az boş hissettirecek bir şey yapalım," dedi kendi kendine, mırıldanarak. Çizimlerini tamamladığında, parıldayan taş enerjiyle doldu ve havada döndü. Bir süre sonra Zhain taşı aşağı indirirken geçidin tamamlandığını gördü.

Ortada, hem dekoratif hem de işlevsel bir geçit duruyordu. Gri beyaz zemine yerleştirilmiş bu taş yapı, etrafa hafif bir mavi ışık yayıyordu. Zhain, geri çekilerek geçidi Nairu'ya gösterdi. "Ne diyorsun? Çok mu mütevazı oldu?" diye sordu, yüzünde hafif bir gülümsemeyle.

Nairu, geçidi inceleyerek birkaç adım yaklaştı. "Sıradan bir şey değil," dedi, hafif bir şaşkınlıkla. "Ama bu… bir anlamı var mı? Neden böyle bir şey yaptın?"

Zhain, omuzlarını silkerek hafifçe gülümsedi. "Sadece bir başlangıç," dedi. "Burası boş. Bir şeyler eklemek gerekiyor, değil mi? Neden bir yolculuk başlangıcı gibi bir şey yapmayalım dedim."

Nairu, parlayan yapıya dokunurken mavi taşın enerjisinin nasıl kullanıldığını hissedebiliyordu. "Sanırım bunun nasıl bir şey olduğunu hissedebiliyorum," dedi. "Ama… bu sadece bir başlangıç. Daha fazlasını yapmak istiyorsan, çok daha fazla şey öğrenmelisin."

Zhain, taşla bir kez daha bakışırken hafifçe gülümsedi. "Öğrenmek mi? Bundan emin olabilirsin. Daha yeni başlıyoruz."

Zhain, geçidin bir ucuna doğru ilerlerken elindeki mavi taşın yaydığı enerjiyle, devasa bir kale inşa etme fikrine odaklandı. Zeminde bir kez daha enerji akımları yayıldı, beyaz boşluğu çatlatıp altından yeni şekiller ve yapılar yükseltmeye başladı. Zihin gücü ve mavi taşın rehberliğiyle, devasa kuleler, sağlam surlar ve geniş bir giriş kapısı hayal etmeye başladı. Kalenin her bir parçası, sanki Zhain'in hayallerinden taşarak burada şekil buluyordu.

Taşı dikkatle tutarken, avucundaki hafif ısınmayı hissetti. İlk başta bu durum onu rahatsız etmedi; kaleye odaklanmaya devam etti. Zemin çatırdamaya ve kale parçaları yavaş yavaş yükselmeye devam ettiğinde, taşın sıcaklığı giderek arttı. Avucunda belli belirsiz bir yanma hissi oluşmaya başlamıştı. Zhain, mavi taşın parlaklığının giderek yoğunlaştığını ve taşın enerjisinin daha önce olmadığı kadar kararsız hale geldiğini fark etti.

Sonunda, taşın ısısı artık katlanamayacağı bir seviyeye ulaştığında, Zhain elindeki işlemi durdurmak zorunda kaldı. Derin bir nefes alarak kalenin yarımdan fazlasının tamamlanmış olduğunu gördü. Kale şimdi, devasa kuleleri ve detaylı duvarlarıyla oldukça görkemli bir şekilde duruyordu. Ama yine de eksikti; henüz tamamlanmamıştı.