Zhain, hafifçe içini çekerek Nairu'ya döndü ve taşı elinde dikkatle tutarken konuştu. "Galiba bu taşın artık dinlenmesi gerekiyor," dedi, taşın yavaşça eski haline dönerek soğumasını izlerken. "Tamamlamak için biraz zaman lazım. Daha fazlasını zorlamamalıyız."
Nairu, Zhain'in söylediklerini sessizce dinledi. Gözleri, Zhain'in ellerinde yavaşça parlamayı bırakan taşa ve yarım kalan kaleye kaydı. Ama dikkatini çeken şey kale değil, Zhain'in ona karşı sergilediği sabırlı ve koruyucu tutumdu. Bir süre sustu, ardından derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
"Duygular hakkında hâlâ konuşmak istiyorum," dedi, sesi yavaş ve düşünceliydi. "Seninle bu ruh hizalamasını yaptığımızda… birçok şey gördüm. Ama onları sadece anlamak yeterli değil. Hissetmek istiyorum."
Zhain, bir an duraksadı ve Nairu'nun yüzündeki karmaşık ifadeyi inceledi. Onun bu kadar ciddi olduğunu fark edince, kaşlarını hafifçe çattı ve sordu: "Ne demek istiyorsun? Hangi duygular?"
Nairu, kısa bir süre düşündü. Sanki doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. "Hüzün, mutluluk, korku, öfke," diye saymaya başladı, ellerini yanlarına açarak. "Ama en çok merak ettiğim şey… sevgi."
Bu kelimeyi duyduğunda Zhain, bir an ne söyleyeceğini bilemedi. Ellerindeki taşla oynarken, zihninde Nairu'nun söylediklerini tartmaya başladı. "Sevgi mi?" diye tekrarladı, sesi hafifçe dalgın çıkmıştı. "Bu, basit bir duygu değil, Nairu. Karmaşık, bazen açıklaması zor bir şeydir."
Nairu, Zhain'in cevabını duyunca başını yana eğdi ve ona yaklaştı. "Benim için her şey karmaşık görünüyor," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. "Ama sevgi… gördüğüm kadarıyla, senin dünyanda en güçlü şey gibi görünüyor. İnsanlar bunun için savaşır, acı çeker, bazen kendilerini kaybeder." Duraksadı, sonra ekledi: "Ama hissettiğim kadarıyla, bir o kadar da güzel bir şey."
Zhain, hafifçe gülümsedi ve başını salladı. "Haklısın," dedi, taşın artık tamamen soğuduğunu fark ederek onu avucunda çevirdi. "Sevgi çok güçlü bir şeydir. Ama aynı zamanda tehlikeli de olabilir. Yanlış ellerde bir silaha dönüşebilir. Ya da insanı iyileştiren, tamamlayan bir şeye."
Nairu, Zhain'in sözlerini dikkatle dinledi. "Bunları anlıyorum," dedi, gözlerini kısarak. "Ama hissetmek nasıl bir şey? Birini sevdiğinde ne olur?"
Bu soru, Zhain'i duraklattı. Derin bir nefes alıp gözlerini Nairu'ya çevirdi. "Birini sevdiğinde," dedi, sesi biraz daha yumuşamıştı. "O kişi, senin için dünyadan daha önemli hale gelir. Onun mutluluğu, güvenliği, huzuru… her şeyin önüne geçer. Kendini onun yerine koyarsın ve bazen, onun için fedakarlık yapmayı düşünmeden kabul edersin."
Nairu, bu açıklamalar karşısında hafifçe başını salladı. "Fedakarlık…" diye fısıldadı, sanki bu kelimenin derin anlamını çözmeye çalışıyormuş gibi. "Bu his, oldukça güçlü olmalı."
Zhain, gülümseyerek başını salladı. "Evet, güçlü. Ama sevgi sadece fedakarlık değildir. Birlikte gülebilmek, birlikte ağlayabilmek… O kişinin yanında kendini tamamlanmış hissetmekle ilgilidir. Karmaşık bir şeydir, Nairu."
Nairu, Zhain'in bu açıklamalarını derinlemesine düşünüyormuş gibi sustu. Zihin hizalaması sırasında gördüğü her şey şimdi onun içinde daha da anlam kazanıyordu. "Belki bir gün," dedi kendi kendine, sesi hafifçe dalgın bir tona bürünmüştü. "Belki bir gün ben de bu duyguları gerçekten hissedebilirim."
Zhain, onun bu sözleri karşısında sessiz kaldı. Nairu'nun içinde bulunduğu durumu ve duyguları öğrenme çabasını takdir ediyordu. Onun, insan olmasa bile insan duygularını anlamak ve hissetmek istemesi, Zhain için garip bir şekilde dokunaklıydı. Bu dünyada daha ne kadar kalacağını bilmiyordu, ama Nairu'nun yanında bir süre daha kalmanın, bu sırları çözmek için bir fırsat olduğunu hissediyordu.
Zaman, Nairu'nun sonsuz beyaz dünyasında akıp giderken, Zhain ve Nairu'nun arasındaki bağ giderek daha derinleşiyordu. Her inşa edilen yapı, her şekillenen alan Nairu'ya sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda ruhuna ve varlığına güç katan bir enerji getiriyordu. Kalenin tamamlanması, köprülerin şekillenmesi, yolların ve kulelerin yükselmesi Nairu'nun formunda gözle görülür bir değişim yaratmıştı. Tenindeki ışık parlamaları daha canlı, gözlerindeki ifade daha anlamlı hale geliyordu. Sanki Zhain'in varlığı ve onunla kurduğu bağ, Nairu'yu bir çiçek gibi açtırıyordu.
Nairu, Zhain'i artık sadece bir arkadaş olarak değil, varlığının önemli bir parçası olarak görmeye başlamıştı. İçinde oluşan yeni bir duygu, Zhain'i kaybetme korkusunu ve onu yanında tutma isteğini beraberinde getiriyordu. Bu his, onun için yabancı ama aynı zamanda sıcak ve rahatlatıcıydı. Zihin hizalamalarından öğrendiği duygular, yavaş yavaş onun içinde gerçek bir yer bulmaya başlıyordu.
Bir gün, Zhain, göğe doğru yükselen büyük bir platform inşa etmeye karar verdi. Bu platform, geniş ve görkemli bir yapıya sahipti. Yüksekliği, Nairu'nun evinde yapılmış diğer her şeyden daha yüksekti ve çevresine hükmeden bir manzara sunuyordu. Platformun tamamlanmasından sonra Zhain, Nairu'yu yanına çağırdı.
"Nairu, buraya gel," diye seslendi, sesi kararlı ama yumuşaktı. Nairu, aşağıdan ona bakarak hafifçe gülümsedi. Formu bu kez uzun, zarif ve güçlüydü. Kızıl saçları hafif bir rüzgar varmış gibi dalgalanıyordu. Platforma doğru süzüldü, adımları zemine dokunmadan havada kayıyormuş gibi zarifti.
Platformun tepesinde, Nairu ve Zhain yan yana duruyordu. Aşağıda, birlikte inşa ettikleri dünya, her detayıyla görünüyordu. Kalenin kuleleri, yollar, geçitler ve diğer yapılar bir bütün halinde, uyum içinde yükseliyordu. Göz, bu dünyanın kalbindeki sabit noktaydı ve etrafındaki her şey onun etrafında şekillenmiş gibiydi.
Nairu, manzarayı izlerken başını hafifçe eğdi ve Zhain'e baktı. "Bu yer artık bir ev gibi hissettiriyor," dedi. "Ama sen olmadan sadece boş bir kabuktan ibaret olurdu."
Zhain, Nairu'nun bu sözleri karşısında bir an sustu. İçten gelen bir tebessümle başını salladı ve uzaklara bakmaya devam etti. Ardından ona döndü. "Sana bir şey yapacağım," dedi, sesi ciddi ama nazik bir tondaydı.
Nairu, bu sözleri duyunca hafifçe kaşlarını kaldırdı. Gözlerinde merakla karışık bir soru ifadesi belirdi. "Bana bir şey mi yapacaksın? Ne gibi bir şey?"
Zhain, cebinden küçük, kristalimsi bir taş çıkardı. Bu taş, onun gemisindeki koleksiyonundan bir parçaydı; nadir bulunan, mor ve mavi ışıklarla parlayan bir enerjiyi içinde saklıyordu. Taşı avucunda tuttu ve Nairu'ya dönerek konuşmaya başladı.
"Bu taş, benim için çok özel. Birçok dünyadan topladığım diğer taşlarla birlikte gemimdeydi. Ama şimdi, onun burada daha özel bir yere ait olduğunu düşünüyorum."
Nairu, taşı dikkatle inceledi. Gözleri, taşın yaydığı parıltıya odaklanmıştı. "Bu taşla ne yapmak istiyorsun?" diye sordu, sesi yavaş ama merak doluydu.
Zhain, taşı iki eliyle sıkıca tutarak büyü sembollerini aktive etti. Parmak uçlarındaki mor halkalar parlamaya başladı. Taştan hafif bir ışık yükseldi ve Zhain, taşın enerjisini havaya saldı. "Bu taşı seninle birleştireceğim, Nairu," dedi. "Senin dünyana, varlığına ait olacak. Bu taş senin ruhuna bir işaret olacak. Bir hatıra. Bizden bir parça."
Nairu, bir an duraksadı ve Zhain'in söylediklerini anlamaya çalıştı. "Bu taşı benimle birleştirmek… Bu, ne anlama geliyor?"
Zhain, başını hafifçe eğerek gözlerinin içine baktı. "Bu, senin bir parçanı temsil edecek," dedi. "Ama aynı zamanda benim de bir parçamı. Bu taş, seni asla yalnız bırakmayacağımın ve senin için burada olduğumun bir işareti olacak."
Nairu, bu sözleri duyduğunda ilk kez kalbinde bir sıcaklık hissetti. Bu his, daha önce hiç tatmadığı bir şeydi. Zhain'in ona bu kadar değer verdiğini anlamak, içinde daha önce var olmayan bir boşluğu doldurmuş gibiydi. Hafif bir gülümsemeyle başını eğdi ve sessizce "Tamam," dedi. "Bu taş benimle bir parça olabilir."
Zhain, taşı havaya kaldırdı ve büyüyle Nairu'nun varlığına bağladı. Taş, parlak bir ışıkla Nairu'nun avuçlarına indi. Nairu, taşı kavradığında bir enerji akımı bedeninde dolaştı ve bu taş onun formunun bir parçası haline geldi. Saçlarının renginde hafif bir değişim oldu; mor ve mavi parıltılar saçlarının uçlarında belirdi.
"Şimdi artık bu taş sadece bir nesne değil," dedi Zhain, Nairu'ya bakarak. "O, bizim bağlantımızın bir parçası."
Nairu, bu sözler karşısında hafifçe tebessüm etti. Taşı avuçlarında tutarak Zhain'e baktı. "Teşekkür ederim," dedi, sesi bu sefer daha duygulu ve nazikti. "Bu taş benim için bir hatıra değil, senin benimle her zaman bir parçam olduğunun bir kanıtı olacak."
Zhain, Nairu'nun bu sözleri karşısında içten bir gülümsemeyle başını eğdi. "O zaman bu, sadece başlangıç," dedi, gözlerini ufka çevirerek. İkisi de sessizce platformda oturdular, dünyayı ve birbirlerine verdikleri yeni anlamı izlediler.
Zhain, Nairu'nun gözlerinin içine bir an baktıktan sonra elindeki mavi taşı dikkatle inceledi. Taş hâlâ hafif bir şekilde titreşiyor, içinde barındırdığı gücü hissettiriyordu. Fakat Zhain duraksamadı. "Daha bitmedi," dedi kararlı bir tonla. Sanki zihninde çok daha büyük bir plan şekillenmişti. Nairu, bu sözleri duyduğunda Zhain'in ne yapacağını tam olarak anlayamadı, ama gözlerinde belirgin bir merak belirdi.
Zhain, cebinden sakladığı alaca kırmızı bir taş çıkardı. Taş, mavi taşın aksine daha yoğun bir enerji yayıyordu, ama bu enerji daha agresif ve çalkantılıydı. Zhain, sağ elinde mavi taşı, sol elinde ise kırmızı taşı tutarken, her iki taşın yaydığı enerjiyi dengelemeye çalışıyordu.
"Bu sefer farklı bir şey deneyeceğim," dedi kendi kendine, sesi hem merak hem de hafif bir gerginlik taşıyordu. Nairu, onun bu sözlerini duyduğunda bir şey söylemedi; Zhain'in bu hareketini sessizce izlemeye devam etti.
Zhain, platformun diğer tarafına geçti ve taşlarla çizim yapmaya başladı. Havada çizdiği şekiller, taşların enerjileriyle parıldıyordu. Mavi taşın yayılan ışıkları, zarif ve yatıştırıcı bir his verirken, alaca kırmızı taşın enerjisi havayı dolduran bir çatırtıyla yayıldı. Zhain, tamamen odaklanmış bir şekilde ellerini hareket ettiriyor, iki taşı birlikte kullanarak karmaşık bir büyü dokusu oluşturuyordu.
Nairu, hâlâ bir önceki olayın etkisindeydi. Zhain'in ona hediye ettiği taş, şimdi kendi varlığının bir parçası gibi hissediliyordu. Bu bağ, onun için yepyeni bir şeydi ve ne hissedeceğini tam olarak bilmiyordu. Ancak Zhain'in hareketlerindeki ciddiyeti fark edince, düşüncelerinden sıyrıldı ve ona odaklanmaya başladı.
Zhain, platformun bir kısmıyla birleşen bir daire çizmeye devam ederken, ellerindeki taşlardan yayılan enerji havayı titreştiriyordu. Nairu, büyünün etkisini hissetmeye başladı. Zeminden yükselen hafif bir sarsıntı tüm platformu sardı. "Zhain, ne yapıyorsun?" diye sordu Nairu, sesi bu sefer endişeyle doluydu. Ama Zhain cevap vermedi, tüm dikkatini yaptığı çizimlere vermişti.
Sarsıntılar giderek yoğunlaştı. Nairu, platformun altından gelen devasa bir enerji akımını hissetti. Zemin çatırdamaya başladı. Birden, Zhain'in çizdiği şekillerin merkezinde, siyah bir boşluk belirdi. Bu boşluk, çevresine güçlü bir çekim etkisi yayıyor, sanki etrafındaki her şeyi içine almak istiyormuş gibi titriyordu. Boşluğun kenarları, kırmızı taşın agresif enerjisiyle titreşirken, içi yavaş yavaş bir sıvıyla dolmaya başladı.
Siyah sıvı, boşluğu yavaşça dolduruyor, ama aynı zamanda merkezde şekil almaya başlıyordu. Zhain'in çizimleri ve odaklanması devam ettikçe, sıvı yükselip katı bir forma dönüşüyordu. Boşluğun içinde yükselen bir yapı belirdi. Bu, bir şelale yatağıydı. Sıvı, yukarıdan aşağıya doğru dökülen bir şelale oluşturmuştu ve akan su, etrafında bir döngü içinde yeniden yükseliyor, sonra tekrar akıyordu. Bu, doğal olmayan bir döngüydü; Zhain'in büyüsünün bir yansıması gibi görünüyordu.
Bu sırada, Zhain'in ellerindeki taşlar artık enerjiyle dolup taşmaya başlamıştı. Mavi taş, sakin bir şekilde titreşmeye devam etse de, alaca kırmızı taş, Zhain'in avucunda dayanılmaz bir sıcaklık yayıyordu. Zhain, taşın hızla enerjisini kaybettiğini ve bu süreçte kendi gücünü de tükettiğini fark etti. Elleri titriyordu, alnından ince ter damlaları süzülmeye başlamıştı. "Hadi, az kaldı," diye mırıldandı kendi kendine, gücünü toparlamaya çalışarak.
Nairu, Zhain'in bu kadar zorlandığını ve tüm enerjisini harcadığını gördüğünde tedirgin oldu. Platformdaki hareketlenme iyice arttı, zeminin sarsıntısı artık durdurulamaz gibiydi. Nairu'nun içindeki endişe, Zhain'e olan bağından dolayı iyice artıyordu. Zihin hizalamalarından dolayı, onun bu kadar zorlandığını hissetmek, Nairu için garip ve dayanılmaz bir histi. Ama hâlâ müdahale etmemişti; Zhain'in ne yapmak istediğini tam olarak anlamak istiyordu.
Sonunda, alaca kırmızı taş tamamen parlamayı bırakarak soldu. Zhain, elindeki taşın enerjisinin tamamen tükendiğini hissedince derin bir nefes aldı. Şelale ve çevresindeki yapılar, tamamen şekillenmişti. Ama Zhain bu sürecin sonunda dizlerinin üzerine düştü. Bitkinlik, tüm bedenini ele geçirmişti. Nairu, bir an ne yapacağını bilemeden durdu. Sonra hızla harekete geçti, formunun hafifliğini kullanarak süzüldü ve Zhain'in yanına ulaştı.
"Zhain!" diye seslendi, sesi hem endişeli hem de şaşkındı. Zhain'in durumu onu derinden etkiliyordu. Onu tuttu ve havalanarak, platformun hâlâ sağlam kalan bir kısmına taşıdı. Zhain'in yüzü solgundu, nefesi düzensizdi ama gözleri hâlâ bir şey başarmış olmanın huzuruyla doluydu.