Salonun kapısı kapanırken, ekibin kararlı adımları koridorda yankılanıyordu. İki gün sonra, kaderlerini değiştirecek savaşa hazır olmak için her şeylerini ortaya koymaya kararlıydılar.
Robert, salondan ayrılarak kendi odasına doğru ilerliyordu. Kızıl Dostlar ekibi koridorda dağılmış, bazıları hızlı adımlarla gözden kaybolmuştu bile. Koridorun diğer ucunda, ateş kızıllığı bir parıltıyla yavaşça ilerleyen Tina vardı. Tina, küçük boyuna rağmen varlığıyla dikkat çekiyordu. Kıpkırmızı saçları, sırtına kadar dökülüyor ve hareket ettikçe alev gibi dans ediyordu. İnce ve zarif bir yapıya sahipti, ama bu görüntünün ardında vahşi bir güç yattığı her halinden belliydi. Kısa boyuna rağmen, etrafına yayılan doğal bir otorite ve kararlılık hissi vardı. Üzerindeki siyah deri zırh, alevden bir yapıyı andıran kırmızı desenlerle süslenmişti. Gözleri, derin bir ateşin içinde yanan iki minik alev gibi parlıyordu. Konuşmasa da her bakışında, içinde barındırdığı kararlılığı ve güveni hissetmek mümkündü.
Tina, koridorun sonunda bir anda durdu ve arkasını döndü. Gözleri, yavaşça yaklaşmakta olan Robert'e kilitlendi. Aralarında bir anlık bir sessizlik oluştu; koridorun loş ışıkları arasında sadece Tina'nın kızıl ışığı parıldıyordu. Robert bir an duraksadı, sonra adımlarını hızlandırarak Tina'ya doğru ilerledi. Şirin, ama içinde büyük bir güç ve tehlike barındıran bu küçük kızın yanına yaklaştı. Ona yaklaşırken yüzünde sakin ama sıcak bir ifadeyle konuştu.
"Bir şey mi oldu, Tina?" diye sordu Robert yumuşak bir sesle.
Tina, her zamanki gibi sessizliğini koruyarak sadece Robert'in gözlerine baktı. Yavaşça sol elini kaldırdı ve havada zarif bir hareket yaptı. Parmaklarının ucundan çıkan ince bir alev çizgisi, havada bir süre şekil alarak "Teşekkür ederim" yazısını oluşturdu. Yazı, kısa bir süre sonra parlayarak söndü.
Robert, bu beklenmedik jest karşısında gözle görülür bir şekilde gülümsedi. Gözlerindeki sıcaklık, Tina'nın sessiz ifadesine karıştı. "Rica ederim," dedi içten bir şekilde. "Umarım kazanırız."
Tina, hafifçe başını eğdi ve tekrar elini kaldırarak havada zarif bir hareketle alev çizgileri oluşturmaya başladı. Bu kez yazdığı şekiller, "Kazanacağız, merak etme" anlamını taşıyordu. Alev izleri, birkaç saniye parlayarak havada süzüldü ve sonra yavaşça söndü. Gözlerindeki minik alevler o anda daha parlak bir şekilde yandı ve orada sabit kaldı.
Robert, onun bu kararlılığına bakarken bir an için gözlerini ondan ayıramadı. Sonunda nazikçe başını salladı ve Tina'nın omzuna hafifçe dokundu. "Hadi, birbirimize güvenelim. Bu bizim zaferimiz olabilir," dedi.
Tina, bu dokunuştan bir an için etkilenmiş gibi hareketsiz kaldı. Gözleri, hala Robert'in gözlerindeydi. Robert, arkasını dönerek yavaşça yürümeye başladığında, Tina onun ardından uzun bir süre baktı. Ateş kızıllığı gözlerinde, bir tür hayranlık ve güvenin izleri belirmişti.
Robert uzaklaşırken, Tina kendine gelmiş gibi tekrar arkasını döndü ve koridor boyunca ilerlemeye devam etti. Ama Robert'in dokunuşunun ve o kısa anın etkisi, gözlerinde parlayan küçük alevle birlikte bir süre daha kalacaktı.
Tina, koridor boyunca yavaş adımlarla ilerlerken zihni tamamen Robert'e odaklanmıştı. Sessizliği ve kendi dünyasına çekilmiş hali, onun en belirgin özelliklerindendi. Ancak şimdi içindeki o sarsılmaz ateş, Robert'in omzuna koyduğu o nazik dokunuşla biraz daha alevlenmişti. Robert'in, ilk kez akademiye geldiği günü hatırladı. O zamanlar Kızıl Dostlar ekibi, herkesin gözünde başarısızlığın sınırında olan bir grup insan ve yaratık olarak görülüyordu. Üstelik Tina, bu grubun bir parçası olmasına rağmen, içindeki karamsarlığı bir türlü atamamıştı.
Robert'in gelişini ilk duyduklarında, ekipte bir dalgalanma olmuştu. Kimse onun ne yapacağını, ekibe ne katabileceğini bilmiyordu. Ama Tina, ilk görüşte Robert'te bir şeyler fark etmişti. Robert, ağır bir çanta taşıyarak salona girdiğinde diğerlerinin tuhaf bakışları arasında sakince ilerlemiş, her bir ekip üyesiyle sırasıyla tanışmıştı. Ve sıra Tina'ya geldiğinde, genç adam biraz çekingen bir şekilde ona doğru yaklaşmıştı.
Tina, o anı hatırlarken dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Robert, her zamanki kendine has ifadesiyle elini ona uzatmış ve yumuşak bir sesle konuşmuştu: "Merhaba, ben Robert. Sanırım bundan sonra aynı takımdayız. Tanıştığıma memnun oldum."
Tina, o anlarda kendini bir şekilde savunmasız hissetmişti. Ateş gücünü kontrol edemediği için çoğu insandan uzak duran ve diğerlerinden hep bir adım geride duran Tina, Robert'in bu doğrudan ve içten yaklaşımı karşısında ne diyeceğini bilememişti. Sessizce elini uzatmış ve onu sıkıca kavramıştı. Robert'in elleri sıcaktı, ama bu sıradan bir sıcaklık değildi. Onun içindeki samimiyeti ve dürüstlüğü yansıtan bir sıcaklıktı. O andan itibaren Tina, Robert'in ekibe katılımının sıradan bir olay olmadığını hissetmişti.
Adımları yavaşladı. Koridorun loş ışıkları altında, o anların detaylarını yeniden gözünde canlandırıyordu. Robert'in, ekibe katıldıktan hemen sonra ne kadar hızlı bir şekilde herkesin güvenini kazandığını hatırlıyordu. Özellikle onun Malazar Dağı'na yaptığı yolculuk, Tina'nın zihninde silinmez bir iz bırakmıştı.
Malazar Dağı, Akademi'nin kuzeyinde, sürekli olarak kızıl bulutların dönüp durduğu, devasa lav nehirleriyle çevrili bir yerdi. Robert, asası için özel bir büyüleme taşı aramak üzere bu tehlikeli yere gitmişti. Akademi'den sadece birkaç kişi, Malazar Dağı'na adım atmaya cesaret etmişti. Dağ, yalnızca yoğun lav akıntıları ve sıcak havayla değil, aynı zamanda orada yaşayan korkunç yaratıklarla da biliniyordu.
Robert'in oraya gitmeye karar verdiğini duyduğunda Tina önce onun aptalca bir cesaret gösterisi yaptığını düşünmüştü. Ancak daha sonra, Robert'in oradan yaralı halde, ancak elinde o değerli taşı tutarak geri döndüğünü gördüğünde bir şeylerin değiştiğini hissetmişti. Robert, bu tehlikeli yolculuk sırasında lav köpekleriyle karşılaşmış, yanıklar içinde kalmış, ama bir şekilde hedefine ulaşmayı başarmıştı. Yaralı ama gözlerinde o her zamanki kararlılıkla döndüğünde, Tina onun ne kadar farklı biri olduğunu anlamıştı. Bu genç adamın içinde yalnızca kendisi için değil, ekibi için de savaşmaya hazır bir ruh yatıyordu.
Adımları onu odasına kadar getirmişti. Ateş desenleriyle süslenmiş büyük, siyah metal kapının önünde durdu. Kapıyı yavaşça açarken içeriden yayılan sıcak hava ve hafif bir lav kokusu yüzüne çarptı. Tina'nın odası, neredeyse Malazar Dağı'ndan kopup gelmiş gibiydi. Duvarlar, kızıl taşlardan yapılmıştı ve üzerlerinde ince lav çizgileri dolanıyordu. Odanın tam ortasında, zemin üzerinde küçük bir lav havuzu yer alıyordu. Havuz, hem Tina'nın meditasyon yaptığı hem de enerjisini yeniden topladığı bir yerdi. Duvarlarda, alev figürleri ve eski büyü sembolleri işlemelerle yer alıyordu.
Tina, odasına adım attığında lav havuzunun kenarına yürüdü. Ayakkabılarını çıkararak sıcak zemine çıplak ayakla bastı. Bu sıcaklık, onun için hem rahatlatıcı hem de enerji vericiydi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ama zihni hala Robert'e gidip geliyordu. Malazar Dağı'ndan döndükten sonra, Robert'in ekibi için daha fazlasını yapmaya başladığını hatırlıyordu. Silahlar, ekipmanlar, stratejik planlar... Robert, tüm bu işler için zamanını harcamaktan asla yorulmamıştı.
Ve son olarak, az önce koridorda omzuna dokunduğu o an… Tina, o kısa dokunuşun nasıl olup da içinde bu kadar derin bir iz bıraktığını anlayamıyordu. Ama Robert'in bakışları, onun içinde uzun zamandır unuttuğu bir şeyleri harekete geçirmiş gibiydi. Gözleri, bir liderin gözleri gibi güven veren, ama aynı zamanda bir dostun sıcaklığını barındıran bir ifadeyle bakmıştı ona.
Lav havuzunun kenarında oturup sıcaklığı hissederken, o bakışların izini hissetti. İçindeki ateş, bir an için daha da alevlenmiş gibi geldi ona. Sıcak bir rüzgar, odanın içinde hafifçe dolaştı. Tina, gözlerini lav havuzunun yavaşça kıvrılan yüzeyine dikti. Bu kez sessizce fısıldadı.
"Robert…"
Adını söylerken, sesi neredeyse lavın üzerinde dans eden bir alev gibi hafif ve kırılgandı. Ama aynı zamanda bu, içinde yeni bir umut ve kararlılık barındırıyordu. Tina, o dokunuşu ve bakışları aklından çıkaramazken, önündeki mücadelede yalnızca ateş gücüne değil, Robert'e duyduğu güvene de ihtiyaç duyacağını hissetti. Yavaşça lav havuzunun kenarına uzandı ve sıcak yüzeyin üzerinde sessizce dinlenmeye başladı.
Tina, lav havuzunun kenarında dinlenmeye çalışırken, bedeninde hissettiği garip bir huzursuzluk onu rahatsız etmeye başladı. Önce hafif bir karıncalanma gibiydi; elleri, ayakları ve göğsünden yayılan bir ısınma hissi, ateş gücünü her kullandığında hissettiği tanıdık sıcaklığa benziyordu. Ancak bu kez, bu duygu bir sıcaklıktan çok daha fazlasını taşıyordu. Sanki bir şey içeriden dışarı çıkmaya çalışıyor, onu zorluyor ve bedenini ele geçiriyordu.
Tina gözlerini açtı ve ellerine baktı. Parmaklarının uçlarından ince birer alev kıvrılmaya başlamıştı, bu daha önce hiç olmamıştı. Genelde alevlerini kontrol etmekte usta olsa da, şimdi bedeninden yayılan bu enerji sanki onun kontrolünden bağımsız bir şekilde yükseliyordu. Kollarındaki deri zırh, hafif bir kızıllıkla parıldamaya başlamıştı. Göğsünden yukarı doğru yayılan sıcaklık dalgası, nefesini bile hızlandırıyordu.
"Hayır... Bu olamaz," diye fısıldadı kendi kendine. Ateş Kıranların efsanelerinde bahsedilen "üç evre" aklına geldi. İlk evre, bir Ateş Kıran'ın güçlerini tanıdığı ve kontrol etmeyi öğrendiği dönemdi. Tina, şu ana kadar bu evrede kalmayı başarmıştı. Ancak ikinci evre, Ateş Kıran'ın güçlerinin kendini daha derin bir şekilde açığa çıkardığı, fiziksel ve ruhsal bir dönüşüm süreciydi. Ve bu süreç, söylentilere göre inanılmaz acılıydı.
Tina, ellerini yere bastırarak ayağa kalkmaya çalıştı, ama bir anda dizleri titredi. Lav havuzunun kenarındaki kızıl taşlar bile onun bedeninden yayılan ısıyla hafifçe erimeye başlamıştı. Gözleri endişeyle etrafa bakarken, bir an için Robert'in yüzü zihninde belirdi. Onun sakin ve güven veren bakışları, Tina'ya bir an için rahatlık vermiş gibi oldu, ama ardından bedenindeki değişim tekrar kontrolsüz bir şekilde yükseldi. Derin bir nefes aldı, ama nefes alışı bile neredeyse alevlerle karışmış gibiydi.
"Bu bir evrim süreci olamaz... Şimdi olmaz!" diye kendi kendine mırıldandı Tina. Ama ne yaparsa yapsın, bu süreci durduramayacağını anlamıştı. Ateş Kıranların evrimi, kontrol edilebilecek bir şey değildi. Onun bedeni artık bir yeniden doğuş sürecine girmişti, ve bu süreç tamamlanmadığı sürece hayatta kalması neredeyse imkansızdı.
Tina, bedeninin erimeye başladığını fark ettiğinde panik dolu bir tedirginlik hissetti. Önce elleri, ardından kolları ve göğsü ince bir lav akıntısı gibi damlamaya başlamıştı. Alevler, vücudunun her bir noktasını sarıyor, zırhını ve kıyafetlerini parçalayıp kül ediyordu. Ama bu bir yok oluş değil, bir dönüşümün ilk adımlarıydı. Tina, kontrolsüz bir şekilde lav havuzunun kenarından geriye doğru sendeledi.
"Hayır! Henüz hazır değilim!" diye bağırdı, ama sesi sadece kendi kulaklarında yankılandı. Ateş Kıranların ikinci evresine girmek, onun istemi dışında başlamıştı ve artık geriye dönüş yoktu.
Lav havuzundan hızla uzaklaşarak odasının diğer tarafındaki büyük siyah kapıya doğru koştu. Bu kapı, yalnızca Ateş Kıranların erişebildiği özel bir alana, Dikey Evrim Havuzu'na açılıyordu. Evrim Havuzu, bir Ateş Kıran'ın dönüşüm sürecini tamamlamak için gereken özel bir alandı. Bu alan, onları çevreleyen dünyanın zarar görmesini önlemek ve süreci hızlandırmak için tasarlanmıştı.
Tina, kapıyı açtığında karşısında dikey bir silindir şeklindeki kristal havuz belirdi. Havuz, içindeki sıvı lavla birlikte hafifçe parlıyor ve etrafına kıpkırmızı bir ışık yayıyordu. Havuzun çevresi, kadim Ateş Kıranların sembolleriyle süslenmişti. Tina, bu havuza girdiği anda dönüşüm sürecinin durdurulamaz bir şekilde başlayacağını biliyordu, ama başka seçeneği yoktu.
Bedenindeki erimenin hızlandığını hissederek aceleyle havuza doğru ilerledi. Kolları ve bacakları artık tamamen alev almıştı, ama bu alevler onun gücüydü; bu nedenle bedenine zarar vermiyordu. Ancak eğer süreci doğru bir şekilde tamamlayamazsa, bu alevler kendi öz varlığını yok edebilirdi.
Havuzun kenarına geldiğinde, son bir kez derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı ve zihninde yine Robert'in yüzü belirdi. Ona son anda omzuna dokunduğu an, bu kadar önemli bir dönüşüm sürecinin başlamasını nasıl tetiklemiş olabilirdi? "Robert…" diye fısıldadı, ama sesi boğuk ve titrek çıktı. Aklında Robert'in bakışları ve sakin sesiyle kendini biraz olsun teselli etmeye çalıştı.
Sonra, tereddüt etmeden kendini lav dolu havuzun içine bıraktı. Sıcak lav, Tina'nın bedenini anında sardı. Ama bu, onun için bir yok oluş değil, bir yeniden doğuşun başlangıcıydı. Havuzun içinde, alevler Tina'nın bedenini sararken, her şey yavaşça sessizleşti.
Tina'nın gözleri kapanırken, etrafındaki kızıl parıltılar yavaşça yoğunlaşmaya başladı. Bedenindeki değişimler hızlanıyor, her hücresinin yandığını ve yeniden şekillendiğini hissediyordu. Dikey Evrim Havuzu, onun dönüşümünü tamamlamak için çalışıyordu. Artık tek yapabileceği, bu sürecin tamamlanmasını beklemek ve kendisini tamamen yenilenmiş bir Ateş Kıran olarak bulmaktı.
Havuzun içinde eriyen bedeninin yeniden şekillendiğini hissederken, Tina'nın zihninde sadece tek bir düşünce vardı: Bu dönüşümden sağ çıkarsa, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ve bir şekilde, bu yeni haliyle Robert'in karşısına çıkmayı dört gözle bekliyordu.
Robert, odasında masanın başında derin düşüncelere dalmıştı. Etrafına saçılmış notlar, plan çizimleri ve haritalar, kaotik bir görüntü oluşturuyordu, ancak onun için bu kaos, düzenin başlangıcıydı. İntikam Kuzgunları, Y.G.K'nin 60. sırasındaki takım olarak inanılmaz bir tehdit oluşturuyordu. 60. sırada olmak demek, yalnızca güç değil, aynı zamanda zekâ, disiplin ve takım koordinasyonu açısından da zirveye yakın bir yer edinmek anlamına geliyordu.
Masasındaki ekrana baktı ve İntikam Kuzgunları'nın üyelerini tek tek inceledi. Ekranda, büyük ve heybetli kanatlı varlıkların görüntüleri belirdi. Her biri, ölümcül birer avcı gibi duruyordu. Kanat açıklıkları korkutucu derecede genişti ve tüyleri, savaşta hem savunma hem de saldırı için kullanılabilecek kadar sağlam görünüyordu. Özellikle ekip lideri olarak işaretlenmiş olan büyük, siyah bir kuş-insan melezi dikkatini çekti. Bu varlığın adı Kazmira idi. Onun bir Pençe Birliği lideri olduğu yazıyordu; bu, bir kuş savaşçısının hem hız hem de tırnak saldırılarında ustalık kazandığını gösteriyordu. Gözleri soğuk, gri bir ışıkla parlıyordu ve sanki ekrandan bile izleyeni delip geçiyordu.
Kazmira'nın yanında duran ikinci varlık ise bir Taş Muhafıztı. Devasa ve kasvetli bir görüntüsü olan bu varlık, neredeyse bir dağ kadar sağlam görünüyordu. Adı Brakkor olarak geçiyordu. Brakkor, defansif yetenekleriyle biliniyordu; taş zırhından yapılmış bedeni, fiziksel saldırılara tamamen dayanıklıydı. Üstelik, taş bedenine büyüyle kazınmış semboller, büyü saldırılarına karşı da koruma sağlıyordu. Onu aşmak, yalnızca güçle değil, inanılmaz bir stratejiyle mümkün olabilirdi.
Ekranda diğer üyeler de sırasıyla belirdi: Keskin, kanat darbeleriyle bilinen Fyrral, gökyüzünde neredeyse görünmez bir hızla hareket edebilen Zetra, ve havayı kontrol edebilen bir rüzgar büyücüsü olan Alyenra. Her biri, kendi başına bir tehlike gibi duruyordu. Ancak Robert'in dikkati özellikle takımın lideri Kazmira ve defans hattı Brakkor üzerinde yoğunlaşmıştı.
"Bu iş sandığımdan da zor olacak," diye mırıldandı kendi kendine. Notlarına hızlıca bir şeyler yazmaya başladı. İlk düşüncesi, Kazmira'nın kanatlı yapısının hızı ve manevra kabiliyetine dayanıyordu. Onu yere indirmek, takımın hız avantajını büyük ölçüde azaltabilirdi. Ancak bunun için bir "rüzgar duvarı" oluşturması gerekiyordu. Bu duvar, Kazmira'nın havadaki hareketlerini engellemekle kalmayacak, diğer kanatlı üyelerin de hızını kesebilecekti. Ancak bunun başarılı olabilmesi için Uhura'nın ruh enerjisini ve Sinf'in büyü gücünü aynı anda kullanması gerekecekti.
"Peki ya Brakkor?" diye düşündü. Taş bedenli bir varlığı durdurmak için fiziksel saldırıların işe yaramayacağı açıktı. Bunun yerine, Brakkor'u sabitlemek ve hareket kabiliyetini sınırlamak gerekiyordu. Robert, kafasında "Pençe Birliği" adlı bir taktik tasarlamaya başladı. Bu, ekip üyelerinin birbirini tamamlayan saldırılarla Brakkor'u bir ağ gibi sarıp hareketsiz hale getireceği bir yöntemdi. Ama bu planın başarıya ulaşması için ekip üyelerinin kusursuz bir koordinasyonla hareket etmesi gerekiyordu.
Robert, düşüncelerine yoğunlaşmışken odanın içinde bir esinti hissetti. Hava aniden değişti, sanki bir şey çağrılmış gibi. Çalışma masasının yanında birdenbire parlayan bir ışık belirdi. Robert başını kaldırdı ve yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Onun Norendası, antik bir vuju sınıfı kuş olan Aquilara, çağrılmıştı.