4

Aynı dönemlerde, Lorexium metalini işleyerek yeni bir geçit tasarımı üzerinde de çalışmaya başladılar. Bu geçit, alt evrenden üst evrene aşamalı olarak daha geniş birlikler göndermeye imkân verecek bir "omurga" işlevi görecekti. Casuslar sayesinde, üst evrenle ilgili hazırlanan kozmik haritalar, stratejik saldırı ve yayılma planlarını da netleştirdi. Büyük ya da ileri teknolojiye sahip medeniyetler en sona bırakılacak, önce daha ufak ya da savunmasız bölgeler istilaya uğratılıp lojistik bir ağ kurulacaktı. Bu süreçte Kara Nüve, "ön hazırlık" işlevi görerek, en dirençli gözüken toplumlar içinde bile kaosun filizlenmesine yol açacaktı.

Zaman alt evrende farklı akıyordu, ancak Kryndorim'deki çalışmalara bakılacak olursa, görece hızlı bir hazırlık süreci yaşanıyordu. Laboratuvarlarda, boyutsal mühendislik atölyelerinde, hatta şehrin en yüksek kulelerinin arasında uzanan mor alev köprülerinde bir gergin bekleyiş hâkimdi. Bütün uşaklar, iblisler, yaratıklar ve diğer hizmetkârlar, Üçler'in büyük saldırı anını sabırsızlıkla bekliyordu. Ancak Runashar'ın en büyük korkusu, "fazla erken" saldırmanın bütün planı tehlikeye atmasıydı. Çünkü üst evrenin kaynaklarını, orada hüküm süren kadim varlıkların tam kapasitesini hâlâ net olarak bilmiyorlardı.

Yine de, Cahelon ve Runahar'ın cesareti (ya da kibri), her geçen gün sabır sınırını zorluyordu. Alt evrenin de kendine özgü dengesizlikleri bulunuyordu; aşırı miktarda karanlık enerjiyi Kryndorim'e çekmek, diğer güç merkezlerini harekete geçirebilir, hatta alt evren içinde beklenmedik bir rekabet doğurabilirdi. Bu da Üçler'in en büyük avantajını kaybetmesiyle sonuçlanabilirdi. İşte bu nedenle, tüm planlar, ince bir zamanlama hesabıyla yapılıyordu: Ne erken saldıracaklardı ne de geç kalarak üst evrendeki varlıkların uyanışına fırsat tanıyacaklardı.

Kara Nüve'nin ilk test sonuçları umut vericiydi. Üst evrenin farklı bölgelerinde, büyük devletleri sarsan kabus olaylarının, toplu histeri ataklarının ve ani lider değişikliklerinin haberleri çalınmaya başladı. Casuslar, gölgelerde gezinerek bir yandan virüsün seyrini takip ediyor, diğer yandan da yeni elementlerin toplanması için emek veriyordu. Hepsi, Kryndorim'e geri döndüklerinde, alt evrenin yakıcı ama soğuk hissini özlediklerini dile getiriyor, üst evrenin "fazla parlak" atmosferinden ve yoğun yaşam trafiğinden şikâyet ediyorlardı. Fakat Kryndorim'de onları dinleyen yoktu, zira Üçler için önemli olan, elde edilen sonuç ve bilginin miktarıydı.

Sonunda, beklenen raporlar geldi: Virüsün yayıldığı alanlarda kaos tırmanıyor, güçlü imparatorlukların iç idaresinde gedikler açılıyordu. Bazı gezegenlerde, telepati yeteneklerine sahip varlıklar bu olağan dışı hastalığın kaynağını aramaya başladılarsa da, Kara Nüve o kadar ustaca maskelenmişti ki kimse kesin bir sonuca ulaşamıyordu. Tespit edilemeyen bir düşman, çok daha korkutucu olduğundan, üst evrendeki toplumların bir kısmında paranoya büyüyor, koruma refleksiyle hareket eden milyonlarca varlık, kendi potansiyel müttefiklerini bile dışlamaya başlıyordu. Tam da Kryndorim'in istediği gibi, güvensizlik tohumları çoktan filizlenmişti.

Ve böylece, Kryndorim'in üst evrene adım atma senaryosu artık kurgudan gerçeğe dönüştü. Yavaş ama istikrarlı ilerleyen bir sızıntı stratejisiyle, oradaki medeniyetlere kendi korkularını ve zayıflıklarını tattırıyorlardı. Üçler'in gündeminde, bir sonraki aşamada "büyük kapının" aralanması, yani devasa boyut kapılarından ateş ordularını sevk etmek vardı. Bu, belki de evrenlerin tanık olacağı en büyük istilalardan biri olacaktı. Ancak henüz vakit vardı; Kara Nüve'nin olgunlaşması, üst evrenin direncinin kırılma noktasına ulaşması bekleniyordu. O gün geldiğinde, Runashar ile Runahar'ı bir arada sembolize eden karanlık ve alev bayrağı, üst evrenin semalarında görünecek, Cahelon'un zekâsı ve önceden hazırladığı planlar sayesinde belki de o engin diyarlar diz çökmek zorunda kalacaktı.

Şimdilik Kryndorim'deki hava hâlâ tedirgin ama coşku doluydu. Mühendislik atölyelerinden yükselen çekiç sesleri, laboratuvarlardaki patlamalar ve karanlık koridorlardaki hummalı koşuşturmalar, yaklaşan büyük savaşa son hazırlıkların işaretini veriyordu. Yaratıcıları Kahernor'un vasiyeti yerine getirilmeye çok yaklaşmıştı: "Üst evreni fethet, tüm varoluşun özünü avuçlarının içine al." Bu emir, Üçler için sadece bir romantik hayal değil, yakalanmaya çok yakın bir zaferin kapısıydı. Her şey, sabırla hazırlanıyor; alev ve karanlığın giderek büyüyen orduları, kapıların ötesine taştığında evrenlerin kaderi bütünüyle değişecek bir fırtınaya sahne olacaktı.

Ve alt evrende, Kryndorim'in yüksek kulelerinde her gece yankılanan bir "karanlık marş" duyuluyordu. Alev sütunlarından sıçrayan mor kıvılcımlar, göğün karanlık boşluğunda ürkütücü bir koroya eşlik ediyordu. Bu koro, yaklaşan istilanın tınısıydı. Üst evrenlerin dilleri, kültürleri ve teknolojileriyle ilgilenenler, aslında henüz hiçbir şeyin farkında değildi. Ama çok geçmeden, Kara Nüve'nin yaydığı sinsi gölgenin altında titreyecek, içlerindeki en derin korkularla yüzleşeceklerdi. Böylece, alt evrenin bu karanlık krallığı, yıldızların ötesine hâkim olma yolunda geri dönülmez bir adım atmış olacaktı. Üçler'in son hazırlığı tamamladığı gün, o görkemli kapılar açılacak, alt evrenin karanlığı ve alevi üst evrenin göksel ışığına karışacak, geçmiş çağların hayaletleri, yepyeni bir fetih destanının sayfalarında acımasızca yankılanacaktı.

Alt evrenin karanlık ve alevle yoğrulmuş derinliklerinde Kryndorim şehri, Üçler'in himayesinde yükselmeye devam ederken, üst evrenlerdeki gizli faaliyetler yeni bir dönemece girmişti. Runashar ve Cahelon tarafından tasarlanan, Estheron ile Lorexium'un karanlık büyülerle harmanlandığı virüs benzeri silah Kara Nüve, ilk aşamalarda çok etkili görünmüş, üst evrenin farklı köşelerinde büyük kaoslara ve bilinmez korkulara neden olmuştu. Yüz binlerce yaşam formu, bu sinsi kabusun yarattığı zihinsel çalkantılarla boğuşurken, gezegenler arası anlaşmazlıklar büyümüş ve imparatorluklar içten içe çatırdamaya başlamıştı. Casus raporları, bu gelişmelerin Kryndorim'de sevinçle karşılandığını gösteriyor, özellikle Runashar bir sonraki adım için ince planlar hazırlıyordu. Ancak evrenlerin derinliğinde, beklenmeyen bir gelişme yaşandı: Üst evrende psişik yeteneklere sahip bazı ileri uygarlıklar, Kara Nüve'nin varlığını sezmiş ve yaydığı kozmik izleri takip ederek buna karşı koyabilecek bir karşıt yok edici formül geliştirmeye başlamışlardı.

Bu üstün psişik varlıklar, kendi medeniyetlerinin kadim kayıtlarına dönerek, zihinleri karanlık boyutsal etkilere kapatmaktan sorumlu eski büyüleri ve tılsımları araştırıyorlardı. Asırlar boyu unutulmuş yöntemler yeniden gün yüzüne çıktı. Bazı tarikatlar, mistik güçlere sahip bilge liderlerinin rehberliğinde ruhsal dalgalarını senkronize edip Kara Nüve'nin yaydığı parazit frekanslarını saptayacak bir "arındırıcı rezonans" sistemi kurdular. Bu sistem, virüsün beslendiği korku ve vehimleri adeta geri tepen bir dalga hâline getirerek taşıyıcılarını kademeli biçimde iyileştiriyor, aynı zamanda olası yeni bulaşmaları da engelliyordu. Üstelik önlem almaya başlayan uygarlıklar, telepatik yolla birbirlerini uyararak aynı koruma yöntemlerini birbirleriyle paylaşmaya yöneldiler. Bu sayede, Kara Nüve'nin etkisinin daha geniş alanlara yayılmasının önüne geçecek bir bariyer oluşması muhtemeldi.

Kryndorim'de, casuslar aracılığıyla aktarılan bu yeni bilgiler soğuk bir endişe dalgası yarattı. Özellikle Cahelon, virüsün henüz istenilen düzeyde bir çöküş sağlamadan ifşa olmasından memnun değildi. Ona göre, üst evrenin savunma refleksi çok erken devreye girmiş, bu da istila planının "yavaşça zayıflatma" safhasını tehlikeye atmaya başlamıştı. Runashar ise daha sabırlı bir stratejiyle virüsü mutasyona uğratmayı veya yeni yöntemlerle yeniden gizlemeyi öneriyordu. Kendi büyüsel çalışmalarını sürdürerek, Estheron tabanlı formülü sürekli değiştirmeye çalışacak, böylece karşıt yok edicinin etkisini azaltmaya gayret edecekti. Lakin Runahar, bu durumu zaman kaybı olarak görüyordu. O, çok daha yıkıcı ve kesin bir çözümün peşindeydi. Alt evrenin tanıdığı en güçlü savaş liderlerinden biri olan Runahar, sabırla zehir yayma stratejisinden ziyade, alt ve üst evreni titretecek devasa bir "kaos silahı" fikrine kapılmıştı.

Bir akşam, Kryndorim'in karanlık gök kubbesini yaran mor alevler arasından geçen kozmik rüzgârın derin uluması eşliğinde, Runahar öfkeli adımlarla sarayın merkezine indi. Oradaki geniş döşemeli salonda Cahelon ve Runashar ile bir araya gelerek onlara büyük bir planından bahsetti: "Gezegen mancınığı." Bu, alt evrende eşi benzeri olmayan bir düzenek olacaktı. Devasa bir mekanik ve büyüsel sistemin birleşimi şeklinde çalışacak; gök cisimlerini yutarak onları hayal edilmesi güç hızlarda fırlatacak, çarptığı yerde yıldızları bile söndürebilecek bir enerji patlaması yaratacaktı. Öyle ki, tek bir atışla gezegenleri yok etmenin yanı sıra, uzay-zaman dokusunu da kısa süreliğine bükebileceği iddia ediliyordu. Runahar'ın gözlerinde, böylesi bir silahın üst evrenin kalbine yöneltileceği anın hayali parıldıyordu.

Cahelon başlangıçta bu fikre şüpheyle yaklaştı. Böyle bir mancınığın yapımı, alt evrenin bile ötesinde kaynak talep edebilirdi. Kaldı ki, devasa bir gök cismini tutup fırlatmak, boyut kapıları üzerinden üst evrene taşımaktan çok daha karmaşık ve riskli bir iş olacaktı. Üstelik mancınığın çalıştığı sırada yaratacağı enerji dalgalanmaları, belki de Kryndorim'i tehlikeye atabilir ya da alt evrenin kendisinde beklenmedik çatlaklar oluşmasına yol açabilirdi. Ancak Runashar, Runahar'ın hevesini gördüğünde, bunun daha kolay gizlenebilecek bir silah türü olduğunu düşünmeye başladı. Kara Nüve'nin keşfedilmesi, alt evrende başka sinsi silahların peş peşe inşa edilmesine üst evren güçlerini alışkın hâle getirebilirdi. Oysa gezegen mancınığı, alt evrenin karanlık bölgelerinde, kimsenin aklına dahi gelmeyeceği bir noktada kurulabilirdi.

Nihayetinde Üçler, uzun tartışmaların ardından bu büyük projeye onay vermeye karar verdi. Silahın aşırı vakit ve efor gerektireceği belliydi; ama başarıyla tamamlanırsa, etkisi muazzam olacaktı. Ayrıca üst evrendeki psişik varlıkların karşıt yok edicisine dair bilgileri geldikçe, bazen akla gelebilecek en iyi hamlenin tüm savunmaları toptan bir darbeyle yıkmak olduğu düşüncesi ağır basıyordu. Gezegen mancınığı sadece bir tehlike silahı değil, aynı zamanda korku salan bir caydırıcı da olacaktı. Üst evren halklarına "boyun eğin" demenin en keskin yolu, onların gözleri önünde bir gezegeni bir başka gezegene fırlatmaktan geçiyor olabilirdi.

Runahar, kollarını sıvayıp işe koyuldu. İlk adım, hangi kaynakların kullanılacağını saptamaktı. Lorexium ve Estheron gibi egzotik elementler bu projede de değerliydi; ama esas olarak, mancınığın devasa mekanik kollarını oluşturacak muazzam kütleyi elde etmek için başka maddeler de gerekiyordu. Alt evrende saklı kalmış dev meteor kolonilerini keşfetmek, yıldız çekirdeklerinden kopup gelmiş metal damarları kazımak ve hatta varoluşun çeperlerinde dolanan kara boşluklardan antimaddeye benzer parçacıklar toplamak gerekiyordu. Kryndorim'e hizmet eden gölge kâşifler, büyüyle donatılmış büyük nakliye filolarıyla evrenin uçlarına gönderildi. Kimileri mor alevlerle yüklü volkanik gezegenlerden eriyik halinde maden çıkarmaya, kimileri de donmuş yıldız kalıntılarından elde edilebilecek değerli kristalleri toplamaya uğraştı.

Bu sırada, şehrin alt katmanlarında Runashar ve Cahelon'un kurduğu yeni atölyeler devreye girdi. Geniş tünellerde devasa potalar, alevli fırınlar ve büyü sembolleriyle kaplı metal döküm alanları yer alıyordu. Mancınığın parçalarının pek çoğu, başka silahlarda kullanılacak boyuttaki çeliklerden en az on kat daha ağır ve karmaşık tasarımlara sahipti. Örneğin, "omurga plakası" adı verilen bölüm, yıldız kadar yoğun bir çekirdekle beslenen güç kablolarını korumalıydı; aksi takdirde ilk denemede aşırı yüklenme sonucu patlayabilirdi. Runashar, bu kadar riskli bir projeyi stabil hâle getirebilmek için büyü mühürlerini sürekli güncelliyor, henüz yarım kalan mancınığın çevresinde koruyucu bir tılsım kalkanı tutarak olası patlamaları kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

Üretim devam ettikçe, mancınığın iskeleti alt evrenin karanlık göklerinde belirginleşmeye başladı. Şehirden çok uzakta, devasa bir boşlukta konumlandırılıyordu. Orayı seçmelerinin nedeni, muhtemel bir enerji sızıntısının Kryndorim'i yok etme riskini azaltmaktı. Bu boşluğun yakınlarında, çok yavaş dönen ve uzun zaman önce soğumuş kozmik enkazlar döngüsü vardı. Bu enkazlar kısmen doğal malzeme deposu işlevi görüyor, aynı zamanda projeyi meraklı gözlerden gizlemeye yarıyordu. Büyüyle güçlendirilmiş taşıyıcı gemiler, türlü madenleri ve kaynakları her gün bu yöne taşıyor, yığdıkları cüruf dairelerin ortasında Runahar'ın yönetimindeki koca kollar ve çarklar monte ediliyordu.

Bu süreç, alt evrenin ölçülerine göre bile olağanüstü yavaştı. Belki de binlerce döngü geçiyordu. Mancınığın dev kolları, hayal edilmesi güç bir açıklığa ulaşmaya başladı: Her bir kol, kendi başına bir gök cismini sarmalayıp içeri çekebilecek irilikteydi. Kolların arasında merkezi bir "atış hendeği" tasarladılar; bu hendek, tıpkı devasa bir fıçıdan çıkış yapan mermi gibi, gezegen boyutundaki cisimleri fırlatmaya yarayacaktı. Atış hızı ise, alt evrendeki normal hız kavramlarının ötesine geçecek şekilde planlanıyordu. Bunu başarabilmek için antimaddeyi Lorexium esaslı yatağa enjekte eden bir ivmelendirme sistemi kurdular. Bu sistem, doğru anda tetiklendiğinde, hedef cismi hem büyü hem de fizik yasalarının uç noktalarında ivmelendirerek onu "uzay" boyunca inanılmaz hızlarda sürükleyecekti.

Ancak bu kadar büyü ve mekanik iç içe geçince, deneme sırasında bile beklenmedik sorunlar doğdu. Kimi zaman ısının artması yüzünden, mancınığın kolları kendi içine doğru erimeye başlıyordu. Bazen de antimadde reaksiyonu, büyü tılsımlarını devre dışı bırakıp koca metal plakaları patlatıyordu. Runahar, her kriz anında dev alev bedenini kullanarak duruma müdahale ediyor, çevresindeki gölge mühendisleriyle birlikte eriyen veya patlayan parçaları yeniden döküp takviye ediyordu. Runashar ve Cahelon ise bu sırada üst evrenden gelen haberlere odaklanıyordu. Görünen o ki karşıt yok edicinin geliştirilişi üst evrende büyük bir motivasyon oluşturmuş, farklı medeniyetler arasındaki ittifakı güçlendirmişti. Bu, istilanın zorlu geçeceğine işaret ediyordu. Yine de, mancınığın bitimiyle elde edecekleri yıkım kapasitesi, belki de tüm caydırıcı unsurları aşacak kadar dehşet verici olacaktı.

Aradan geçen uzun zaman diliminde, mancınığın inşa alanı boş bir kabuk olmaktan çıktı. Oluşan devasa çarklar, tork dişlileri, büyüsel göbekler ve metal plakalar birbirine eklenerek titanik bir silueti ortaya koydu. Uzaktan bakan gözler onu belki bir gezegenden ayırt edemeyecekti; ama yüzeydeki karmaşık kabartmalar ve mor alev sembolleri, yakından incelendiğinde bir ölüm makinesinin parıldayan nişanlarıydı. Tam da bu dönemde, Runashar son kez mancınığı çevreleyen büyü mühürlerini güçlendirdi ve ekibine, "Artık geriye dönüş yok, ilk deneme için tüm hazırlıkların tamamlanması gerek" diye bildirdi.

Sonunda beklenen gün geldi. Runahar'ın ısrarlı çabalarıyla yükseltilen bu silah, inşasının final safhasına ulaşmıştı. Dev boyutlu mancınığın nihai testi için, alt evrende kimsenin umurunda olmayan ıssız bir gezegen parçası seçildi. Aslen kendisi de yarı yıkık bir küreydi; yüzeyi parçalanmış, sıcak lavlara gömülmüş, üstünde yaşam barındırmayan bir maden cenneti. Bu küreyi çekirdekten tutup mancınığın haznesine doğru sürüklemek için kollar harekete geçti. Özel dev zincirler ve büyü tılsımlarıyla stabilize edilen küre, yavaşça ortadaki atış kanalına oturtuldu. Etrafındaki maden tozu bulutu, kolların ve kabloların vahşice sıkarak cismi sabitlemesi sırasında uzaya saçılıyordu..