Cahelon ise son aşamada çok daha inatçıydı, mühür bağları tam ona uzanırken son anda kendini geriye atarak bu hapishaneden kaçmaya çalıştı. Yine de Mavi Zaman ve Gümüş Kaos varlıklarının oluşturduğu bir kıvılcım tufanı, Cahelon'un omzuna çarparak ufak bir parçasını kopardı; bu "kırıntı", sanki canlı bir asalak misali zihnine ve bedenine nüfuz etmeye başladı. Kaçış yolunda, Muhafızlar artık Cahelon'u tamamen durdurmaya vakit bulamadı, çünkü tüm güçleriyle Tonoflenya'nın oluşumunu sabitlemeye çalışıyorlardı. Bu sırada Cahelon, içinde büyüyen o lanetli kırıntının etkisini hissederken, öfkeyle kükredi ve Atea'nın karanlık boşluğundan hızla uzaklaşarak kendine kaçacak bir rota belirledi. Ancak rotanın ona getireceği kader, beklediğinden ağır olacaktı.
Alt evrenin kapanan bariyerleri ve galaksi içi mutlak kaos nedeniyle, Cahelon düzensiz bir alanın ortasına sürüklendi. Bu bölgede, Muhafızlar yeni bir gezegen doğururken, Cahelon da bambaşka bir küreye çarpma trajedisi yaşadı: Tonoflenya'dan hayli uzakta, ama yine Muhafızların izniyle yeni kurulmakta olan bir gök cismi ya da dönüştürülmüş bir "yarı dünya." Her ne ise, Cahelon bu kütleye şiddetle çakıldı. Çakıldığı anda, bedenindeki karanlık büyü kudreti ve lanetli kırıntı bir araya gelerek korkunç bir beddua, bir "lanet kustu." Bu lanet, o sırada gezegenin üzerinde bulunan tüm deniz ve okyanus kaynaklarını Cahelon'un düştüğü bölgeye çekti. Adeta sonsuz miktarda su, baş döndürücü fırtınalarla dönerek gezegenin kuzey ve güney hatlarını bölüp derin bir yarık oluşturdu.
Böylece, o anda yarılan yüzey, bir bıçak kesiti gibi kuzey ve güney topraklarını birbirinden ayıran dev bir vadinin hâline geldi. Vadinin içi, Cahelon'un varlığıyla kirlenmiş, lanet dolu bir su perdesiyle kaplandı. Yukarıdan bakıldığında, kıvrılarak uzanan, yüzlerce metre genişliğinde dev bir nehir vardı; ama aslında bu nehirin ortasında görünmez ve korkunç bir bariyer saklıydı. Bariyer, geçmeye teşebbüs eden her canlıyı yok edecek kadar güçlüydü. Artık bu gezegenin kuzeyinden güneyine gitmek imkânsız hâle gelmişti. Özellikle kuzey kısımda var olan deniz altı krallıklarından "Voteranlar" adlı peri halkı, bu felaketle büyük kayıplar yaşadı. Derin sularında güvende olduklarını sanan Voteranlar, okyanusların aniden çekilip birer bataklığa dönüşmesiyle çırpınmaya başladı; pek çoğu susuzluktan veya çamur selinden can verdi. Bir kısmı ancak ufak gölcüklerde sıkışmış hâlde kurtuldu. O koskoca peri halkı krallığı, neredeyse birkaç metrelik batak göllerine mahkûm kılınarak fiilen yok oldu.
Cahelon, bu eylemini tamamladıktan sonra, çarpmanın ve lanetin etkisiyle yarı baygın hâlde suların dibinde kaldı. Fakat tam anlamıyla boğularak ölmesi de imkânsızdı; o da tıpkı Runahar ve Runashar gibi alt evrenin bir parçasından geldiği için, son nefesini veremiyordu. Muhafızlar onun peşini kovalamaya fırsat bulamadı, zira Tonoflenya'yı tümüyle istikrara kavuşturmaları kritik bir vazifeydi. Dolayısıyla, Cahelon gittiği o gezegenin kuzey-yarık sularının altında lanetli bir mezara gömülürken, bedeni yarı dondurulmuş, yarı canlı kalıyordu. Üstelik, bu lanetli su perdesi, yüzlerce metre derinlikte, zamanın ötesinde bir mahkûmiyet demekti. Rivayet o ki, Cahelon bu "sudan mezarda" sonsuza kadar mahkûm kalacak; ancak çok güçlü bir irade ya da talihsiz bir ritüel onu yeniden uyandırırsa, bütün öfkesini serbest bırakacaktı.
Altı Muhafız, bu arada, "Tonoflenya" diye andıkları devasa gezegeni inşa etmeye hız kesmeden devam ediyordu. Artık Runahar ve Runashar, çekirdekte donmuş hâlde idi. Gezegenin üst katmanları, devasa dağ silsileleri, okyanus yatakları, orman alanları ve kıta plakaları gibi doğal görünümlü yapılarla zenginleşmeye başladı. Zaman ve kaosun ustaca koordinasyonuyla, burada yeni bir göksel kürenin doğuşu gerçekleştiriliyordu. Yeşil Doğa Muhafızı, koca ormanlar, uçsuz bucaksız ırmaklar ve bereketli topraklar yaratıyor; Kırmızı Güç, jeolojik hareketleri düzenleyerek volkanik bölgelerin dengeye oturmasını sağlıyor; Mavi Zaman, oluşumu hızlandırmakla birlikte bazı bölgeleri sakin kılacak şekilde ritim veriyordu. Sarı Zekâ, gezegenin bitki ve hayvan türlerine nüve olabilecek tohumları yerleştiriyor, Mor Ruh, varlıklara bir nevi mana akışı sağlayacak kozmik bağlar kuruyordu. Gümüş Kaos, tüm bu sürecin rastlantısal çöküş riskini ya da tehlikeli anormalliklerini, ince ince törpüleyerek süreçten "yaşanabilir" bir dünya doğmasına yardım ediyordu.
Böylece, Tonoflenya adı verilen bu yapay ama büyük ve büyülü gezegen, usul usul tamamlanma yoluna girdi. Alt yüzeyinde, Runahar ve Runashar'ın karanlık enerjileri mühürlüydü. Onların alt evrenden getirdikleri karanlıkla dolu öz, gezegen çekirdeğinde kasvetli bir parıltı halinde saklanacak, belki ileride çağlar sonra orada bir delik ya da yarık açılırsa, bu iki devin lanetinin yankıları dışarı sızacaktı. Ama şimdilik, Muhafızlar epey katı tılsımlar döşeyip gerçeği güvence altına aldılar. Üst tabakalarda yavaş yavaş ırmaklar akıyor, göller oluşuyor, bitkiler kök salıyor, hatta bir gün üzerinde akıllı canlılar yaşam kurabilsin diye özenle dengeler tasarlanıyordu.
Bu büyük inşanın ortasında, Muhafızlar bir anda durup, tekrar Cahelon'un akıbetini sorgulamaya başladılar. Etrafı gözleyen Mor Ruh, Cahelon'un aurasını yakınlarda algılamadı. Olanları kısa sürede anladılar: Kaçış esnasında aldığı yarayla diğer bir uzak kürede lanetini kusmuş, orada da kendi sonu sayılabilecek kadar derin bir gömülüşe sürüklenmişti. Bu, Altı Muhafız için kabul edilebilir bir sonuçtu. Çünkü üç kötücül varlık da işlevsiz bırakılmış veya hiç olmazsa uzun bir hapis durumuna mahkûm olmuştu. Tonoflenya'nın derinliğindeki bedensiz hapisle, Cahelon'un bir başka kürede suların altında lanetli uykuya dalması, hedeflerine ulaşan bir sonuç getirmişti: Üçler yok edilememiş ama ele avuca sığmaz güçleri dondurulmuştu.
Tonoflenya ise gezegen olarak geleceğe doğru yol alıyordu. Muhafızlar, Atea galaksisinde hâlâ yıkım saçan kızıl yutucunun tehlikesini hafifletmek için geri kalan kaynaklarını seferber edecek, belki orayı da mühürleyecek veya onu durdurmanın başka yollarını arayacaktı. Lâkin bu yeni gezegen, ilerleyen bin yıllar, hatta milyon yıllar boyunca bir sır olarak kalacaktı. Dışarıdan bakıldığında, olağan gezegenler gibi kendine has iklimlere, yaşayan ekosistemlere sahipti, ama çekirdeğinin derinliklerinde bir kara büyü vardı. Runahar ve Runashar'ın mühürlenmiş bedenleri, belki henüz kimsenin aklına gelmeyen bir zamanda, beklenmedik bir şekilde tekrar canlanabilirdi.
Aynı şekilde, Cahelon'un gömüldüğü öteki gezegende, kuzey ve güney yarıklarını ayıran o lanetli su bariyeri, orada kurulacak tüm uygarlıklar için kalıcı bir kabus olacaktı. Voteranlar isimli deniz perisi halkının toprakları ise kuruyup yok olmuş, sadece birkaç şanslı birey zorlu koşullarda sığıntı gibi hayatta kalabilmişti. Bu periler, atalarının anılarını yaşatmaya çalışsalar bile, suyun çoğunun çekildiği ve lanetli bariyerin dizginlenemez öfkesiyle yıpranan topraklar üzerinde yeni bir varlık mücadelesi vermeye girişecekti. Cahelon, tüm bu yaşananların ortasında, sudan bir mezarda donmuş bedenini bir parça hareket ettirmeye uğraşsa da, zaman ve sıcaklık paramparça olmuş, lanet ve mühür iç içe geçen bir hapishane kurmuştu ona. Ve büyük olasılıkla, bu lanet uzun çağlar boyunca hiçbir güç tarafından kaldırılamayacaktı.
O dakikalarda, Tonoflenya'nın üst kısımlarında Altı Muhafız son ince dokunuşlarını yapıp son mühür sembollerini yerleştirirken, Atea galaksisinde kızıl yutucunun ilerleyişi de kısmen yavaşlatılmış olabilirdi. Çünkü Üçler'in enerjisi azaldıkça, yutucunun da ivmesi düşüyordu. Belki Muhafızlar oraya özel bir sefer yapacak ve o felaketi iyice durduracak, galaksinin geri kalanını kurtaracaktı. Yine de böylesine devasa bir kıyamet girişimi hiçbir zaman yokmuş gibi yapılamaz, her yerde iz bırakırdı. Bazı kadim medeniyetler, "gelip geçen büyük karanlık" adına efsaneler yazacak, kozmik tarihin taş kabartmalarına lanetli ruhların hapsedilmesi öyküsünü kazıyacaktı. Zaman geçtikçe bu gerçekler hurafelere, hikâyelere dönüşecek, belki de yalnızca çok azı hafızalarda kalacaktı.
Neticede Runahar, Runashar ve Cahelon'un büyük hırsı, alt ve üst evreni sarsan eylemleri, korkunç yıkımlarla dolu sayısız can kaybına sebep oldu. Bariyerlerin kapanması ise söz konusu tehdidin daha fazla yayılmamasını sağlamış, aynı zamanda Üçler'in alt evrendeki dayanaklarını tamamen kesmişti. Onlara yardım eli uzatabilecek eski iblis generaller, gölgeli büyücüler veya plazma orduları, bu saldırıdan haberdar olsalar bile boyutsal bariyerler yüzünden dışarı çıkamadı. Üçler, tüm kudretlerine rağmen, evrenin böylesi bir kapanışında kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kaldı ve sonunda mühürlenerek sonsuz bir uykuya mahkûm edildi.
Kapanışta, Tonoflenya gezegeni kozmik boşlukta sessizce dönmeye devam etti. Altı Muhafız, bir araya gelip yüce bir karar alarak, eğer bu gezegende yeni varlıklar türerse onlara rehberlik etmeye gerek olmadığını, kendi kaderleriyle yüzleşmelerine izin verileceğini söyledi. Birilerinin, bin yıllar sonrasında derinlere inip, çekirdekte donmuş iki azman bedenin karanlık gölgesiyle karşılaşması mümkün olsa bile, bu olayın yaşanması ya da yaşanmaması artık zamanın akışına kalacaktı. Üst tabakalarda rüzgârlar esecek, ormanlar çiçeklenecek, dağlar yükselecek… Ama nereye kazı yapılırsa yapılsın, en derin çekirdekte Runahar ile Runashar'ın öfkesi püsküren bir yanardağ gibi bekleyecekti.
Ateş hattında yer alan diğer gezegendeyse, Cahelon'un lanetli bariyeri, oranın sakinleri açısından bir haritadan asla geçilemeyen derin bir yarık oluşturacaktı. Bu bariyerin varlığı, kuzey ve güney topluluklarını ebediyen ayıracak, belki de bu topraklardaki medeniyetlerin yolunu belirleyecekti. Su altında donuk uyuyan Cahelon, hayatta kalmış Voteranların yitip giden krallığına dair antik bir anı, birer küskün tanıklık olarak durmaktaydı. Zaman ve kader, bir gün Cahelon'un uyanmasına mı sebep olacak, yoksa lanet, sonsuza dek o su mezarlığında kilitli mi kalacaktı? Bu sorunun cevabını yalnızca devinmekte olan kozmik çekimlerin fısıltıları verirdi. Şimdilik kimsenin buna erişimi yoktu.
Böylelikle, Üçler'in uzun süre planladığı galaksi imhası projesi, bir bakıma başarısızlığa uğramış, fakat geride büyük yaralar ve lanetler bırakmıştı. Altı Muhafız'ın hızlı seferi ve koordineli çabası, belki de evrenin daha büyük bir yıkıma sürüklenmesini engellemişti. Gelecek çağlarda bu hikâyeler unutulacak, söylentilere dönüştürülecekti: "Bir zamanlar evrenin derinlerinde muazzam güçte varlıklar çarpıştı, dünya benzeri bir gezegen inşa edildi, orada ezeli düşmanlar sonsuza dek gömüldü" diye anlatılan efsaneler… Kim bilir, belki milyon yıllar sonra, o toprakları keşfedecek bir gezgin, kayalarda esrarlı semboller görüp, derinlere uzanan mağaralarda yankılanan uğursuz nefesleri fark edecekti. Tonoflenya'nın ürkütücü kalbi, kendi hafızasını asla yitirmeyecekti.
Her şeye karşın, evrenin akışı durmaksızın devam ediyordu. Bariyerler kapanmış, alt evren ve üst evren birbiriyle irtibatı kesmişti. Muhafızlar, ellerinde kalan son enerjileri de Atea galaksisini kurtarmak için seferber ettiler. Kızıl yutucunun faaliyetlerini sınırlamak, mümkünse onu da benzer bir mühür altına almak gerekiyordu. Büyük ihtimalle Üçler'den arta kalan artıklar, bu dev varlığın gücünün bir kısmını oluşturuyordu; o artıklar da tıpkı sahipleri gibi etkisiz kalmalıydı. Tüm bu hengâmede, evrenin başka köşelerinde belki yepyeni tehditler boy gösteriyor, başka âlemlerde yeni efsaneler filizleniyordu. Fakat bunlar, Üçler'in öyküsünden daha az sarsıcıydı. Çünkü Üçler, en karanlık ve en yıkıcı potansiyeli temsil ediyordu—kaderin ironik cilvesiyle, şimdi çekirdeklerde, su mezarlarda, lanetli bariyerlerin diplerinde mühürlü beklemeye mahkûmdu.
Uzay boşluğunda süzülen Tonoflenya gezegeni, yaratıcısı Altı Muhafız'ın tüm bu işlemlerinden sonra gittikçe durulup yeni bir döngünün eşiğine geldi. Muhafızlar, gezegene birer parça öz bırakarak oradan ayrıldılar. Belki de bu dünyada zamanla hayat şekillenecekti. Belki de bu hayat, yavaş yavaş gelişip farklı ırkların, medeniyetlerin tohumunu atacak, bin yılın sonunda geriye dönüp de "Bu topraklar neden böylesine karanlık bir enerjinin nefesini hissediyor?" diye soracaklardı. Rüzgârlar, dağların doruklarını aşındıracak, okyanuslar kıtaları oymaya başlayacak, gökyüzünde bulutlar gölge oyunlarına dalacaktı. Ve derinlerde, Runahar ile Runashar, buz kesmiş alevleri ve gölgeleriyle kıvranarak sonsuza dek suskun kalmaya mahkûmdu. Şimdilik…
Benzer biçimde, kimbilir hangi koordinatta suların altında soluksuz bekleyen Cahelon da, bedeni üzerinde gezegenin tüm deniz kaynaklarını çekerek açtığı lanetli bölünmenin ortasında hareketsizdi. Onun laneti, Voteranların deniz altı diyarını yok etti, geriye kalan küçük bir topluluksa sığ gölcüklerde varlığını sürdürmeye mecbur kaldı. Bu belki ilkel bir başlangıçtı, ancak bir gün su kaynakları yeniden hareket ettiğinde, kim bilir ne tür bir isyana veya efsanevi bir karşı duruşa yol açacaktı. Cahelon'un laneti, suyu bekçi yapan bir hapishaneye dönüştü; belki de yüzyıllar sonra, çılgın bir kâhin yahut umutsuz bir kral, "Suların dibindeki lanetli dev"i uyandırmaya veya onun gücünü kullanmaya kalkışacaktı. Bu gibi söylentilerin, soğuk duvarların ötesinde çatırdayan yankıları, evrenin her köşesine zamanla yayılacaktı.
Böylece, büyük kozmosun sahnesinden çekilen Üçler'in perdesi aralanmış oldu. Kaçanlar, hapsolanlar, lanet kucaklayanlar… Hepsi, engin boşluklarda kendi payına düşeni buldu. Kainatın kadim yasası bir kez daha tecelli etti: Alt evrenin dehşet verici yaratımlarını tümüyle yok etmeye kimse muktedir değildi, sadece mühürleyip dondurmak mümkündü. Altı Muhafız, bu görevlerini yerine getirip Tonoflenya'yı yapay ama yeni bir hayata hazırladıktan sonra, gözlerini kızıl yutucunun tehdit ettiği Atea'yı kurtarmaya çevirdi. Ve belki ondan sonra evrenin çok daha ötelerinde patlak veren diğer felaketlere el atacaklardı. Zaman ise yine akmaya devam ediyordu—fakat Üçler'in nihayetinde çökertilmesiyle birlikte, uzun çağlar boyunca evrenler biraz daha dingin soluklanabilecek, karanlık kabusların sonu gelmiş gibi hissedecekti.
Kimilerine göre, bu barışın elbet bir bedeli olacaktı. Mühürler her zaman kesin çözümler sağlamaz, binlerce yıl sonra soğuk toprakta yankılanan bir çığlık veya suda donmuş bir yüreğin atması, evreni yeniden karanlıkla yüzleştirebilir. Ancak şimdilik, savaşın enkazı, kayıplar ve lanetler geride kaldı. Tonoflenya isimli o gezegen, vakur ve sessiz şekilde kozmosta dönüyor, yüzeyinin sakladığı kara sırrın üstüne ışıkla gölge oyunu seriyor. Bambaşka bir diyarda, Voteranların bir avuç sağ kalan üyesi, çorak suların ardında kaybettikleri memleket için ağıt yakıyor. Ve Cahelon, derin uykusunda, lanet fısıltılarıyla sualtı boşluğunu dolduruyor. İlerde başka bir kahraman, başka bir felaket veya başka bir mucize, bu öykünün yeni bir perdesini aralayabilir. Şimdilik ise, dünyaların derinliklerine kazınmış mühürlerin ve sayısız canlının yitip giden çığlığının hatırası, kozmik sessizlikte yankılanmakla yetiniyor.
Altı Koruyucu, Tonoflenya gezegeninde Üçler'den ikisini (Runahar ve Runashar) mühürleyip Cahelon'u da uzaktaki bir dünyada lanetli suların dibine gömdükten sonra, geriye kalan en büyük tehdit olan kızıl yutucuyla yüzleşmek üzere yeniden harekete geçmek zorunda kalmışlardı. Bu varlık, başlangıçta Üçler tarafından Atea galaksi kümesindeki pek çok gezegeni yutması için tasarlanmış ve güçlü büyülerle "kızıl bir gezegen" formunda mancınıkla fırlatılmıştı. Zamanla galaksi içinde büyümüş, canlı yıldızları ve gezegenleri besin gibi emerek kendi kütlesini artırmıştı. Her ne kadar Üçler'in iki üyesi Tonoflenya'da, bir diğeri de lanetli bir suda çakılı durumda olsa da, kızıl yutucu hâlâ yıkıcı bir potansiyeli sürdürüyordu.
Koruyucular bu "kızıl yutucunun" da yok edilemez oluşunu, sadece şekil değiştirip yeniden güç kazanarak evreni tehdit edebileceğini biliyorlardı. Onu durdurmanın çaresi, tıpkı Üçler gibi onu da bir tür mühürle, dondurma veya dönüştürme yöntemiyle etkisizleştirmekti. Ancak kızıl yutucunun evrenin üst katmanlarında oluşturduğu çekim alanı, sayısız gezegeni kendi çevresine çekiyor, devasa ısı ve enerji patlamalarına yol açıyordu. Atea galaksisinin sessiz çığlıkları, Koruyucular'ın kulaklarında uğulduyor, bu diyardaki milyonlarca canlının yok oluşu kozmik boşluğa karışıyordu. Hızla bir eylem planı hazırlamaları gerekliydi.
Tonoflenya'nın inşasıyla görevlendirdikleri enerjinin bir kısmı hâlâ Koruyucuların kudretinden besleniyordu. Bu sayede, kızıl yutucuya tam kadro dönebilecek yeterli güç ve zaman buldular. Üçler'in devasa projesi olan "gezegen mancınığının" hâlâ ortalıkta bir tehdit olarak dolandığı, ya da en azından izlerinin bulunduğu istihbaratı geliyordu. Çünkü mancınık, diğer alt evren varlıkları gibi "yok edilemez" nitelikteydi; sadece dönüştürülebilir, mühürlenebilir ya da dondurulabilirdi. Daha önce tonlarca asteroidi, gezegen parçalarını veya yıldız enkazlarını fırlatarak büyük yıkımlar gerçekleştiren bu mekanik-büyü harikası, Üçler'in çöküşünden sonra sahipsiz kalmış, galaksi içinde başıboş sürükleniyordu.
Mavi Zaman Muhafızı, yıldız haritalarından faydalanıp kısmen zaman dalgalarını da kullanarak, mancınığın izini sürdü. Gümüş Kaos Muhafızı, rastlantısal anormallikleri düzene oturtan iradesiyle, alevlerden ve gölge mühendisliğinden kurulmuş bu çelik yığını tespit etti. Bir yandan da kızıl yutucunun konum bilgileri Mor Ruh'un telepatik ağında sabitleniyordu. Sarı Zekâ, kızıl yutucuyu "yıldız formuna" sokarak etkisizleştirme fikrini öne sürdü, zira mutlak yok edilmesi imkânsız olsa da, onu devasa ama kararlı bir gökcismine dönüştürmek mümkün olabilirdi. Yeşil Doğa, devinim hâlindeki asteroit kuşaklarını ve parçalanmış gezegenleri bir araya getirip dev bir büyü ağı örebileceklerini belirtti. Kırmızı Güç de, hem mancınığı hem de yutucuyu fiziksel olarak birbirine "mıhlayacak" şiddette bir eylemin gerektiğinden emindi.
Böylece Altı Koruyucu, kısa bir konsey düzenleyip şu planı benimsediler: Önce gezegen mancınığını bulacak ve onu kızıl yutucunun içine atacaklar. Mancınık dışarıda dolanırken, kızıl yutucunun hareket alanını daraltıp sabit bir noktada toplamak çok daha kolay olacaktı. Zira "alt evren yapımı" olan mancınık da yok edilemez olduğundan, kızıl yutucunun içinde sıkışarak orayı tıpkı bir kabuğa dönüştürebilirdi. Hem kızıl yutucunun çekim gücünün çılgınca genişlemesi engellenecek, hem de mancınığın kendi yok edici potansiyeli, yutucunun içinde kapanmış kalacaktı.
Bu planı uygulamaya geçmek için, Mavi Zaman ve Sarı Zekâ Muhafızları önden yola çıktı, gezegen mancınığının yerini buldu. Gerçekten de, Atea galaksisinin dış çeperinde devasa büyüsel zincirleri kopuk, üzerindeki Lorexium plakaları kısmen dağılmış hâlde, boşlukta süzülüyordu. Rüzgârını ve kumanda alanını yitirmiş bir gemi gibi, orada külrengi bir hantal kütle olarak dönüyordu. Zamanında Üçler'in yönetiminde korkunç bir canavara dönüşmüş olan bu silah, şimdi öylece sahipsizdi. Muhafızlar, kozmik güçlerini kullanarak çevresine bir ışık kalkanı çektiler, gümüş ve mavi parıltılar arasında mancınığı sarıp bir tür enerjik iplerle kavradılar. Tam da bu sırada, Kırmızı Güç Muhafızı'nın önderliğinde kalabalık bir "yıldız süvarisi" veya "kozmik birlik" devreye girdi: Yeşil Doğa Muhafızı'nın çektiği meteor parçaları ve nebula gazlarını iten rüzgârlar, Mor Ruh'un yolladığı eterik gölge kolları, Gümüş Kaos'un tuhaf rastlantılarla oluşturduğu tüneller... Hepsi bir araya gelerek, gezegen mancınığını çok yavaş da olsa istenen yöne —kızıl yutucunun yoğunlaştığı bölgeye— sürüklemeye başladılar.
Kısa zamanda kızıl yutucunun ortalığı cehenneme çeviren kırmızı dalgalarına yaklaşıldı. Orada tam bir felaket tablosu vardı: Yıldızlar kısmen sönmüş veya bu tuhaf cismin içine gömülmüş, gezegenler devasa çukur bırakarak paramparça olmuş, ortalıkta feryat eden medeniyet kalıntıları boğulmuştu. Kızıl yutucu, Üçler'in bıraktığı durdurulamaz açlık ve karanlık büyü motivasyonuyla kocaman bir gök cismine dönüşmüş, adeta bir "kırmızı kara delik" gibi işliyordu, fakat normal bir kara delikten farkı, yuttuğu enerjiyi de dışa vurabilmesiydi. Bu nedenle, çok güçlü patlamalar eşliğinde büyüyor, her patlamayla beraber maddi veya enerjik her unsuru dalga dalga emiyordu.
Muhafızların amacı, tam da bu devasa çekim noktasıyla mancınığı çarpıştırmak, sonra ikisini birlikte "ılımlı" bir forma sokmaktı. Mancınık en nihayetinde alt evrendeki karanlık büyülerle inşa edilmiş bir dev makine idi ve yakıtı, antimaddeyle, alev-enerji karışımıyla doluydu. Kolay kolay yok edilemez olması, kızıl yutucunun kararsız enerjisini sınırlandırmanın bir aracı hâline getirilebilirdi. Nitekim, plan başarıyla uygulandı: Koruyucular, mancınığı son hamlede yutucunun tam ağzına doğru yöneltip, dev bir telekinetik çekiç gibi fırlattılar. Kırmızı Güç önde, Sarı Zekâ arkada, diğerlerinin büyü desteğiyle, koca bir kürenin içinden mancınığa yepyeni ivme kazandırdılar. Saniyeler içinde, o külrengi makine kızıl yutucunun en yoğun çekim noktasına çarpınca, muazzam bir patlama oldu. Uzay boşluğu, bir anda bembeyaz ışık ve kızıl kıvılcımlarla aydınlandı.
Bu patlama yutucuyu sarsarak bir parça geri püskürttü, gövdesinde kabaran gaz ve plazma dalgaları kabuk gibi çatladı. Mancınığın alt evren kaynaklı yapısı, yutucuya doğru sabitlenip çöküntü yarattı: Artık kızıl yutucu, mancınığın çevresinde oluşturduğu dairesel akıntılarda sıkışıyor, her büyümeye çalıştığında mancınığın çekirdek sistemine çarpıp geri yansıyordu. Bu esnada Mavi Zaman Muhafızı, kızıl yutucunun akışını yavaşlatan bir zaman ağı ördü; Gümüş Kaos, patlamaların rastlantısal tahribatını engellemek için çevredeki molozları sürpriz manevralarla topladı. Mor Ruh ve Yeşil Doğa, yutucunun yaydığı o kirlenmiş "ruhsal" alevleri nötralize edebilmek amacıyla dış katmanında geniş bir enerji tabakası oluşturdu. Kırmızı Güç, "fiziksel" açıdan en büyük darbeyi vurdu: Hem yutucunun hem de mancınığın dış kabuklarını devasa bir basınçla yoğurarak, çok daha ufak bir küreye indirdi. Sarı Zekâ ise tılsımlı kilit benzeri bir mühür koyarak, "Siz artık evrende kararlı bir gökcisimsiniz, şu anki formunuzun ötesine geçemeyeceksiniz" şeklinde bir emir verdi.
Sonuç: Kızıl yutucu, mancınığı da içine hapsederek, dışarıdan bakıldığında sıradan bir kırmızı dev yıldızı andıran, ama gerçekte alt evren yapımı bir makine ve kozmik yıkım enerjisi barındıran sabit bir küreye dönüştü. Elbette bu kürenin sıradan bir yıldız gibi ışık ve ısı yayması, Koruyucular'ın ördüğü yoğun büyü ağlarının eseriydi. Böylece Atea galaksisi (ve çevresi) için en büyük tehlike ortadan kalktı. Artık bu kırmızı yıldız, dış katmanındaki sembolik taç ile, yutucu çılgınlığının donmuş bir kalıntısıydı. İçinde mancınık, devinemez hâldeydi; ne bir ateşleme kolu çalışabiliyor, ne de bir fırlatma sistemi etkinleşebiliyordu. Hepsi Koruyucular'ın gücüyle mühürlenmişti.
Bu görevlerini de tamamlayan Altı Koruyucu, önce Tonoflenya'nın olduğu bölgeye döndü. O devasa gezegen, Runahar ve Runashar'ı çekirdekte gömülü tutarken, yüzeyinde yeni oluşan dağlar, okyanus havzaları, vadiler ve bitki dokuları yavaş yavaş oturuyordu. Şimdiden gezegenin etrafını dolanan küçük çaplı uydular, çarpıklık ya da rota sapmaları gösteriyordu; zira gezegenin çekirdeğinde dondurulmuş iki alt evren varlığının gücü, yer çekiminde hafif dalgalanmalar yaratabiliyordu. Koruyucular, bunun uzun vadede büyük bir soruna dönüşmesini engellemek için, "çoklu güneş sistemi" kurma fikrini ortaya attılar. Eğer Tonoflenya gibi yapay bir gezegenin yörüngesinde altı farklı güneş bulunursa, her bir güneş farklı bir dönemde gökyüzünde öne çıkar, gezegenin iklim, ışık ve manyetik alan dengesini düzenleyebilirdi. Ayrıca bu güneşlere yerleştirilecek koruyucu özler, Tonoflenya'daki mühürü daha da sağlamlaştıracak, oradaki karanlık enerjinin dışarı sızmasını engelleyebilecekti.
Böylece Altı Koruyucu, Tonoflenya'nın etrafında altı farklı güneş oluşturmak için harekete geçti. Kimisi hâlihazırda var olan yıldızları Tonoflenya'nın çekimine getirecek, kimisi yeni bir yıldız tohumu ekecekti. Kısa sürede, gök boşluğunda adeta bir yıldız mozaik çalışması başladı. Mavi Zaman Muhafızı, yıldızların çekirdeklerinden başlayıp hızlı bir oluşum süreci tasarlıyor, Yeşil Doğa Muhafızı, yıldız patlamalarının "organik" bir döngüye dönüşmesini sağlıyordu. Gümüş Kaos, hesaplanamayacak rastlantıları dengeleyip yıldızların beklenmedik çöküşlere uğramasını engelliyordu. Kırmızı Güç, her bir güneşin kalbine ateş ve plazma presleri uygulayarak onların stabil yanmasını garanti altına alıyordu. Mor Ruh, yıldızlara ruhsal bir bağ kazandıracak mistik parçacıkları yerleştiriyor, Sarı Zekâ ise tüm konumları ve yörüngeleri ince ayarla ayarlıyordu.
Tonoflenya'nın etrafı zamanla altı güneşin renkli ışıklarıyla çevrelendi. Kimisi turuncuya çalan derin kızıl, kimisi saf beyaz parlaklığa yakın, kimi metalik gümüşü andıran soğuk bir ışıltıya sahip, bir başkası yeşilimsi bir parıltıyla, diğeri mavi spektrumda, bir diğeri solgun sarı-pembe harmanında yanıyordu. Hepsi farklı periyotlarda hareket ederek Tonoflenya'nın mevsimlerini, iklimini ve enerjik döngüsünü şekillendirecekti. Bazen aynı anda birkaç güneş ufukta belirecek, bazen bunlardan sadece biri tam parlaklıkta olacak, bazen hiçbiri gözükmeyerek kış karanlığı gibi soğuk süreçler yaşanacaktı. Koruyucular, böylece Tonoflenya'nın üstünde oluşacak yaşamın hiçbir zaman tek bir koşulda sabitlenmeyeceği, çeşitliliğin hüküm süreceği bir "dalgalı döngü" yaratmış oldular.
Bu altı güneşin her birine, Koruyucular özlerinden bir parça bıraktılar. Kırmızı Güç, ateş yıldızının merkezine kendi iradesinin bir kıvılcımını yerleştirdi. Mavi Zaman, ışıldayan soğuk mavi yıldıza zaman döngüsünü akıtan bir hat bağladı. Yeşil Doğa, yeşilimsi parıltıyı titreştiren yıldızda bitmeyen bir yenilenme gücünün tohumu attı. Mor Ruh, koyu eflatun tonlu yıldızın aurasına manevî bir farkındalık işledi. Sarı Zekâ, solgun ama keskin sarılı yıldızın yörüngesine bilgeliğin ve çözümleyici aklın işaretlerini kattı. Gümüş Kaos ise gümüş rengi yıldızda evrensel sürprizlerin, beklenmedik mucizelerin ve rastlantıların tohumunu sakladı.
Tonoflenya'yı bir çember gibi saran bu altı güneş, gezegenin "göksel bekçileri" olacaktı. Her döngüde farklı yıldızın öne çıkması, oradaki zaman ve ekolojiye yön verecek, ayrıca eğer bir gün Runahar ve Runashar'ı mühürleyen çekirdek sarsılırsa, bu altı yıldızın yaydığı karmaşık güç alanı onu tekrar bastırabilecekti. Bu, tonlarca büyü, mühür ve matematiksel denge gerektiren, kısa zamanda anlatılması güç bir çalışma olsa da, Altı Koruyucu kudretlerini birleştirerek bu mucizeyi gerçekleştirdiler. Sonunda, Tonoflenya gerçek anlamda "korunmuş bir dünya" hâline geldi: Gökyüzünde altı güneşin dans ettiği, her biri farklı periyotlarda doğup battığı, mevsimlerin ve koşulların sabit kalmayıp dönemsel olarak dönüşüme uğradığı sihirli bir küre.
Altı Koruyucu, son dokunuş olarak, yıldızlar arasındaki boşlukta belli ritüellerle inşa ettikleri "mehter halesi" denilebilecek bir ışık kuşağı döşediler. Bu kuşak, kimilerine göre gökkuşağına benzer bir şekilde altı rengin titreşimini yansıtıyordu. Zaman geçtikçe yıldızlardan sızan güçler, Tonoflenya'nın atmosferini ve manyetik alanını ince ince işlemeye devam edecek, gezegenin üstünde yaşayacak canlara farklı döngülerde farklı şartlar sunacaktı. Dışarıdan bakan bir gözlemci, bu altı güneşli sistemin muhteşem ve tuhaf bir estetiğe sahip olduğunu fark ederdi—ne var ki orada gizlenen kozmik sırrı anlamak için muazzam bir bilgelik gerekirdi.
Görevleri tamamlanan Koruyucular, Atea galaksisine veya evrenin diğer bölgelerine tekrar göz gezdirdiler. Artık kızıl yutucu, içerisine itilen alt evren yapımı mancınıkla birlikte sabit, kırmızı bir yıldız formunda devinmekteydi. Büyük bir kıyamet senaryosunu engellemiş olmanın gönül rahatlığına vardılar. Bazıları, belki içten içe Üçler'in tamamen yok edilememiş olmasından dolayı endişe duyuyordu. Çünkü alt evren varlıklarının sonsuza dek mühürlenmiş hâlde kalacağının garantisi yoktu; beklenmedik bir güç, bir çağrı, ya da rastgele bir açılma, yeniden karanlık alevleri serbest bırakabilirdi. Fakat şimdilik evrenin çehresinde sükûnet hâkimdi. Kaçınılmaz bir lanetin en azından çok uzun bir süreliğine dizginlendiğini söyleyebilirlerdi.
Böylece Altı Koruyucu, bu yıkıcı olaylar zincirini sona erdirip sonraki görevlerine geçmek üzere kendi boyutsal yollarına çekildi. Kimisi, belki Atea galaksisinin yıkılmış medeniyetlerine yardıma devam edecekti. Başka biri, baryon dengesindeki çöküşleri onarmaya girişebilirdi. Kimi, yitip giden yıldızların yasını tutup kozmik dengeleri geri kurmayı üstlenebilirdi. Yine de hepsi, Tonoflenya denen bu gezegenin uzun vadede güvende kalması ve oraya yerleştirilen altı güneşin döngülerinin istikrarlı olmasıyla içten içe gurur duyuyordu. Her bir güneşte kendi özlerinden bir kırıntı bırakmaları, Üçler'in karanlık dokusuna karşı sürekli bir nöbet anlamını taşıyordu.
Sonuçta ortaya, çok katmanlı bir evren masalı çıktı: Alt evrenden gelen yok edilemez varlıklar (Runahar, Runashar, Cahelon ve gezegen mancınığı), birbiriyle çekişen güçlerin elinde milyonlarca cana mal olan bir yıkıma dönüştü. Buna karşılık Altı Koruyucu, farklı renklere hükmederek evrenin direncini ve mühürleme kabiliyetini sergiledi. Tonoflenya, Üçler'in iki üyesini çekirdeğinde saklayan büyük dünya olarak, efsaneye dönüşecek bir toprak; diğer yandan Cahelon, lanetli suların dibinde bir kabusa gömülmüş halde… Gezegen mancınığı da kızıl yutucuyla beraber bir yıldız formuna dönüşüp sabitlendi. Tüm bunlar, koruyucu güçlerin muhteşem organizasyonuyla gerçekleşti; devasa güçlerin akıl almaz çekişmesi, evrenin bir bölümünde yeni bir düzen kurmuş oldu.
Bunca kargaşa, yıkım ve tekrar inşa sürecinin ardından Altı Koruyucu, Tonoflenya'nın gökkubbesine son kez bakıp altı güneşin titreşen renkleri arasından, "Görev tamamlandı" dediler. Her biri, bu gezegenin döngüsel gelişimini sağlamaya yarayan kendi rengine uygun enerji damlacıklarını yıldızlarda bırakmış, gezegene ve gelecekteki sakinlerine armağanlarını sunmuştu. Belki ilerleyen asırlarda, Tonoflenya'da yeni nesiller doğacak, gökyüzünde altı güneş görecek, onlardan yayılan esrarengiz ışıkla büyüyecek; kimileri bu dünyanın altındaki büyük sırrı keşfetmeye cesaret edecek, kimileri orada sessizce yaşamayı seçecekti. Arka planda ise Runahar ve Runashar'ın dönmeye başlayan düşünceleri belki sonsuza dek uykuda kalacak, belki de bir gün o lanetli kilitlerde bir çatlak bulunacaktı.
Koruyucular, uzay boşluğuna yayılan parlak ışıltılarla ortadan kaybolmaya başladılar. Mavi Zaman'ın ufuktaki son titreşimleri, gezegenin çevresinde yalazlanıp sakinleşti. Sarı Zekâ, yıldızların hizalanmasını son kez denetleyip sıfırladı. Kırmızı Güç, göğü yararcasına gürleyip Tonoflenya'yı sabit bir yörüngeye oturttu. Yeşil Doğa, ormanların ve denizlerin filizlenişini kutsayıcı bir nefesle hızlandırarak çekildi. Mor Ruh, evrendeki bağların akışını kapayıp kendi boyutsal kapısına döndü. Gümüş Kaos ise belki hafif bir gülümseme ile tüm rastlantıları geriye bırakarak, Tonoflenya'nın yakınlarında patlayıp kaybolan küçük bir yıldırım görüntüsü eşliğinde dağıldı.
Böylece evren, yeniden kendi döngüsüne dönmüş oldu. Artık orada devasa bir "kırmızı yıldız" var, içinde barındırdığı kızıl yutucuyla birlikte hapsedilmiş gezegen mancınığını taşıyor. Tonoflenya'nın çevresinde altı farklı güneş, bu dünyaya farklı dönemlerde farklı ışıklar sunacak. Geri planda, alt evrenin karanlık tohumları derinlerde uykuda. Belki de eninde sonunda her efsanenin bir gün tekrar canlanma ihtimali vardır, ama şimdilik büyük bir sessizlik hüküm sürüyor. Altı Koruyucu'nun ve Üçler'in çarpışması, evrensel tarih sayfalarına kazınan, çağlar boyu anlatılacak bir masala dönüştü. Bu kahramanlık ve dehşet karışımı öykü, yaşamın devamı ve karanlığın mühürlenmesiyle şimdilik noktalanmış sayılabilir. Artık söz, evrenin akışında yeni sırlar keşfedecek, yeni doğumlar ve ölümler görecek medeniyetlerde… Ve belki de, Tonoflenya'nın sessiz çamurunda gömülü olan, bir gün yine kulak verip dinleyecek zihinler bulunursa, bu kozmik destanın yankıları tazeleyerek açığa çıkar.