7

O an, evrenin bambaşka köşelerinde, belki canlıların çoğunun algılayamadığı kadar üst bir noktada, "belirsiz bir yer" vardı. Zaman ve mekân tanımı bile oraya tam uymuyor, kavramlar yetersiz kalıyordu. İşte o noktada, bir emir yankılandı: Kızıl yutucuyla sarılı mancınık tehlikesi, sadece bir galaksiyi yok edecek boyutta değildi; aynı zamanda evrenlerin bütün katmanlarında dengeyi bozabilecek kudreti barındırıyordu. Gözle görülmeyen, ancak varlığı hissedilebilen bir ses, "Bu derecede kaos, henüz evrenin emri değil. Şimdi durdurulsun." şeklinde güçlü bir buyruğu evrensel titreşimlere işledi. O andan itibaren alt, üst ve aradaki katmanlarda bambaşka bir titreme duyuldu.

Kendilerine özgü altı farklı renkte parlayan, farklı erdemleri veya güçleri simgeleyen, muazzam zekâ ve iradeye sahip altı varlık eşzamanlı ortaya çıktılar. Kimi, tayfın en parlak mavisiyle özdeşleşmiş; kimi, ihtişamlı sarı bir aurayla hükümranlığı simgeleyen; bir diğeri, belki derin bir yeşilin sabrını ve doğurganlığını taşıyan… Her biri başka bir kozmik unsuru temsil ediyordu. Bu altı varlık, anında görev bilinciyle dolarak, sonsuz boşlukta, "Büyük Yıkım"a doğru adım atan Runahar, Runashar ve Cahelon'un peşine düştüler. Onlara bir isim mi verilmişti, yoksa kendileri sadece titreşimlerden mi ibaretti, bilinmiyor. Bilinen tek şey, üst evrenden yansıyan âlem kapılarından hızla süzülerek, Üçler'in saçtığı karanlık ve alevli yolları izledikleri oldu.

O sırada, fırlatılan o kızıl gezegen dev bir kızıl yutucuya dönüşerek hızla yol alırken, altı varlık mekanın ve ışığın sınırlarını birer tül gibi yırtıp tam da Üçler'in bulunduğu bölgeye giriş yaptı. Runashar, kendi alev küresinin içinden anlık bir rahatsızlık hissiyle irkilerek, "Bir şeyler geliyor…" diye uyardı. Cahelon, kristal gözlem panellerine baktığında, altı siluetin parlak gölgelerini seçebildi: Kimi sanki saf ateşten, kimi neredeyse kadim buzdan, kimi çiğ ışıktan, kimi yeşil topraktan yoğrulmuş gibi görünüyordu. Hepsi tek bir iradeye tabiiymişçesine, gözle görülemeyecek hızlarda ilerleyip tam da Üçler'in bulunduğu koordinatta belirdi.

Bu varlıklar, belki melek, belki kozmik muhafız ya da evrenin kadim savunmacılarıydı. Ne isimleri vardı, ne de normal canlılar gibi bir dilleri. Saniyeden bile kısa zamanda, alt evren-üst evren sınırına çekilmiş manevi bariyerin koruma niyetini sürdürmek için görevlendirilmiş gibiydiler. Üçler'in karşısına dikildiklerinde, boşlukta garip bir sessizlik hâkim oldu. Runahar'ın gözleri kızıl alevlerle parlıyor, Runashar'ın avuçlarında karanlık alev kıvılcımları çakıyor, Cahelon'un ise derin bilgelik dolu bakışlarında tehditkâr bir berraklık seziliyordu. Karşılarında beliren altı ışıltılı form, varlıklarının her zerresiyle, "Duracaksınız." diyor gibiydi.

Kızıl yutucu o esnada yoluna devam ederek galaksinin çekirdek bölgelerine doğru ilerliyordu. Ama altı varlık bir adım öne çıkıp, hem Üçler'i hem de onlarla birlikte bu kıyamet girişimini durdurmaya kararlıydı. Sonsuz bir boşlukta çarpışacak karanlık ve ışık adına bu an, hikâyeyi nereye sürükleyeceğini kimsenin tahmin edemeyeceği bir dönüm noktasıydı. Ve işte tam da altı varlık kollarını, kanatlarını ya da ışık selini kaldırarak müdahaleye girişecekleri an geldi. Zaman ve mekân bir kez daha bükülürken, gerisi artık kelimelerin ötesinde bir çatışmayı haber veriyordu.

Üçler ile Altı Muhafız arasında vuku bulan devasa savaş, hiçbir dilde tam manasıyla ifade edilemeyecek bir kaotik güç çatışmasıydı. Varoluşun sınırlarında, mekânı ve zamanı zorlukla tanıyan bir alana taşan bu çarpışma, evrendeki tüm aklî veya sezgisel zihinlerin boyut ötesi kulaklarına gök gürültüsü gibi çalınacak kadar yoğundu. Daha önce alt ve üst evren arasındaki geçitlerin kapanması, bu karşılaşmanın yalnızca birbiriyle hesaplaşan taraflar arasında kalmasını sağlamış, böylece kaçma veya dışarıdan yardım çağırma ihtimalini ortadan kaldırmıştı. Artık her şey, muazzam bir karanlık güçle donatılmış Üçler – Runahar, Runashar ve Cahelon – ile evrenin derinlerinde görevli olan Altı Kozmik Koruyucu arasında sahnelenmekteydi.

Bu koruyucular, sanki varoluşun başlangıcından beri tasarlanmış farklı renklerdeki özlere hükmediyor; sarı zekâyı, kırmızı gücü, mavi zamanı, mor ruhu, yeşil doğayı ve gümüş rengi kaosu temsil ediyordu. Onlar kendilerine kozmik birtakım yetkilerle donanmıştı, öyle ki sıradan varlıklar yanlarında birer toz zerresi kadar zayıf kalırdı. "Alt evrenden gelmiş Üçler" ise bir şekilde mutlak yok edilemezdi. İçlerindeki alev ve karanlık, evrenin temeline işlenmiş yabansı bir nitelik taşıdığı için, en fazla mühürlenebilir ya da dondurulabilirlerdi. Bu gerçek, çatışmanın gidişatını baştan belirliyordu: Saldırıları, yıldız patlamalarını andıracak ölçeğe varacak, ama nihayetinde Koruyucular Üçler'i tamamen ortadan kaldıramadan, onları bir şekilde etkisizleştirmeye çabalayacaktı.

Kızıl yutucunun Atea galaksi kümesine dalması ise savaşın başlaması için bir nevi fitili ateşlemiş oldu. Üçler, çoktan dev mancınıkla fırlattıkları o kızıl "gezegenimsi" cisme talimat vermiş, galaksinin farklı köşelerindeki yıldızları, gezegenleri ve hatta uzayda sürüklenen enerjik toz bulutlarını bir av gibi yutarak büyümesini planlamışlardı. Atea aslında durgun bir galaksi de değildi; içinde çalkantılı politik yapıların ve çok sayıda irili ufaklı uygarlığın olduğu, yıldızlar arası ticaret yollarının kesiştiği, kadim orduların terk ettiği eski savaş mekaniklerinin döküldüğü, kısacası korkuyla ümit arasında duran karmaşık bir ekosistemdi. Şimdi, kızıl yutucu oraya çarparak büyük bir tırpan gibi ilerlemeye başlayınca, milyonlarca canlının bakışları umutsuzluğa kaydı. O cisim, bildikleri hiçbir silahla veya teknolojiyle durdurulamaz görünen, devasa, kendi etrafında kaynayan bir magma topu gibi yayılarak her şeyi içine çekiyordu.

Üçler savaş hazırlığı sırasında, kızıl yutucudan yayılan çığlık benzeri titreşimleri bir tür zafer narası gibi algılıyorlardı. Runahar, geleneksel alev hiddetini kükremelerle dışa vuruyor, devasa kollarıyla parmaklarının arasından alev okları akıtıyordu. Runashar ise büyü işaretlerini keskin, şimşekvari el hareketleriyle havaya çizerken, kendine özgü o soğuk zekâyı sergiliyordu; varoluşun karanlık kurallarını eğip bükerek, patlayan yıldız enerjilerinden dahi yararlanabilen kusursuz bir gölge-mühendis olarak çalışıyordu. Cahelon, diğerlerinden biraz daha geride, durumu gözlemleyen ve hem stratejik aklı hem de geçmişin kadim bilgilerinden devşirdiği kozları taşıyan bir tavırla, çarpışmanın en kritik anını kolluyordu.

Savaş başlamıştı: Altı Muhafız onlara doğru neredeyse ışıktan hızlı bir süratle yaklaştığında, evrenin sessizliği yerini patlama seslerine, parıltılı çarpışmalara, büyü ışıklarının ve alevlerin birbirine karıştığı dev fırtınalara bıraktı. Mavinin hâkim olduğu Muhafız, zamanı manipüle edebildiği için, Üçler'in ani saldırılarını kısmen yavaşlatıyor veya hızlandırıyor, onlara hiç beklemedikleri anlarda tuzaklar kuruyordu. Bir gezegenin boyutlarında, siyahımsı turuncu alev topu fırlatan Runahar, tam hedefi vuracağını düşündüğünde, mavi varlık harekete geçerek zamanı kırpmakta, böylece alev topu bir adım geride çakılıp kalmaktaydı.

Sarı zekâ Muhafızı, zihinle teması andıran ışıltılı dalgalar yayıyor; Runashar'ın keskin büyü formüllerini anbean okuyarak bir kısmını boşa çıkarıyor, hatta bazen kendi lehine çeviriyordu. O parlak sarı gözlerinin bakışı, sanki her şeyi önceden hesaplayabilen bir bilgisayar gibi hızlıydı. Diğer yandan, Kırmızı Güç Muhafızı devasa bir çekiç misali evrenin içinde savruluyordu: Runahar'ın saf fiziki kudretiyle boy ölçüşebilen, hatta anlık patlamalarda onu geriletebilen yıkıcı darbeler kullanıyordu. Hele ki o kırmızı yıldırım yumrukları, koca yıldızları dahi paramparça edecek kadar ezici göründüğünden, bu ikilinin çarpışmaları uzayda çatırdayan dev dalgalar yaratıyordu. Çevredeki meteor kuşakları ve yıldız enkazları, çarpışma dalgalarına kapılıp kum tanesi gibi savruluyordu.

Mor Ruh Muhafızı ise Runashar'ın gölge büyülerinin ruhsal tarafıyla savaşıyordu. İkisi de halüsinasyonlarla ve psişik manipülasyonlarla birbirini alt etmeye gayret ederken, boyut ötesi bir bilincin titreşimleri kozmik bölgede çınlıyordu. Bazen zihinlerin derinliklerinde, evrenin köklerinde saklanan korkular ve kabuslar canlanıyor, Mor Ruh bu korkuları Üçler'in benliğine yansıtarak onları sindirmeye çalışıyordu. Runashar da aynı kabusların enerjisini çekip büyük bir gölge saldırısına çeviriyor, bu çatışma eşsiz bir akıl savaşı niteliğine bürünüyordu.

Yeşil Doğa Muhafızı, devasa sarmaşıkları andıran enerji dalgalarıyla uzay boşluğunda büyülü bir ekosistem yaratıyor, saldırı anlarında bu dalgaları fırtına gibi savurarak Üçler'in oluşturduğu alev ve karanlık alanlarını temizliyordu. Dışarıdan bakılınca, bir orman tanrısı misali, yeşil dokunuşuyla yokluğu bile filizlendirebilen, dalga dalga yayılan canlılık ve tazelik görünüyordu. Öte yandan, Üçler'in saldırısı altındaki yıldız enkazları veya yanan atmosferik gazlar, ansızın yapışkan yeşil enerjiyle sarılıyor, patlayarak durdurulabiliyordu.

En esrarengizleri ise Gümüş Rengi Kaos'u temsil eden Muhafız'dı. O, normalde kaosun Üçler'in tarafında olması beklenecekken, evrenin kozmik dengesi gereği bu rengi kontrol eden de bir koruyucu tayin edilmişti. Gümüş çizgileriyle parıldayan bu Muhafız, kâinattaki rastlantısal ve beklenmedik bütün olasılıkları elinde tutar gibiydi. Ani tezahürler, ters şans dalgaları, boyut kaymaları ve mantığın kabul edemeyeceği olaylar bir anda patlayarak Üçler'in hesaplarını altüst edebiliyordu. Örneğin, Runashar'ın muazzam bir yıldız patlaması çağırmak üzere olduğu ritüel, gümüş renkli parıltılarla kesilip bambaşka yöne dönebiliyor, patlamanın Üçler'e isabet etmesine yol açabiliyordu.

Bu korkunç savaş, etrafa savrulan yıldırım demetleri, alev akıntıları, kristal patlamalar ve ruhsal titreşimlerle devam ederken, Üçler zaman zaman geri çekilip tekrar saldırıya geçiyor, Muhafızlar da karşı ataklar düzenliyordu. Sonunda, Runahar ve Runashar'ın çok güçlü olsalar bile pozisyon kaybetmeye başladığı anlar belirdi. Bir anda Mavi Zaman Muhafızı, Runahar'ı kısmi bir zaman ağına düşürdü; bedeni, dev alev halesi içindeyken birden ağırlaştı, etrafında saniyede binlerce kez patlayan ufak zaman dalgalanmalarına maruz kaldı. Sarı Zekâ Muhafızı da aynı sırada, Runashar'ın planlarını okuyup kendi enerjisiyle bastırmaya girişti. Cahelon onlara destek vermek istedi, lâkin Kırmızı Güç Muhafızı'yla girdiği yakın mesafe savaşında dehşet bir darbe alıp geriye savruldu.

Bu süreçte kızıl yutucu, Atea galaksisinde ufak ufak ilerlemeye başlamış, önüne çıkan bazı gezegenleri yutup kütlesini arttırıyordu. Orada zaten korkunç çığlıklar yükseliyor, dev kadim gemiler topluca ateş edip cismi durdurmaya uğraşıyor, ama enerjileri sanki beyhude birer kıvılcımdan ibaret kalıyordu. Atea, evrende "yaratıcı galaksi" olarak da bilinen bir yerdi; çünkü çok sayıda yıldız doğumuna tanıklık ederdi. Şimdi ise o yıldızların öz varlığı, kızıl bir tüketicinin dişlerine yem oluyordu. Koşullar, Üçler'in lehine gözükse de, savaşın merkezinde Altı Muhafız baskıyı artırdıkça, Runahar ve Runashar kaçma planları düşünmeye başladılar. Sınırları kapanmış bir evrende olsalar da, Atea'nın iç kısımlarında saklanabileceklerini veya yutucunun çevrelediği bölgelere sığınabileceklerini umuyorlardı. Cahelon da yarı yarıya ayakta kalmayı sürdürüyor, tekrar güç toplayabilecekleri bir an kolluyordu.

Muazzam bir patlama sesi duyulduğunda, Runashar yıldız enkazından yükselen bir alev kümesine sarılıp boyutsal bir sıçramayla Atea'nın iç kısımlarına yöneldi. Runahar ise ağır yaralı bedeniyle dev mancınığın bulunduğu konumdan sıyrılıp onun peşinden gitti. Cahelon da, Kırmızı Güç Muhafızı'nın ezici saldırısından kıl payı kurtularak ışıktan hızlı bir kaçış hamlesine girişti. Böylece Üçler, Atea galaksisine doğru geri çekiliyor, Altı Muhafız da arkalarında birliği koruyarak peşlerini bırakmıyorlardı. Koskoca evrenin her katmanını kapayan bariyer yüzünden, bu savaşa başka kimse dâhil olamıyordu; tam tersi, dev "arena" misali sınırlanmış bir dünya vardı, dövüşün biteceği yer ise çarpıcı bir şekilde Atea'nın kalbi olmak üzereydi.

Galaksinin merkez bölgelerinde büyük yıldız kümeleri, nebulalar ve daha küçük yan kollar bulunuyordu. Üçler, ortalığın hâlâ kızıl yutucu tehdidiyle çalkalandığı bu coğrafyada, belki kendilerine bir çeşit korunak veya gizlenme alanı bulabileceklerini sandılar. Lâkin Altı Muhafız'ın da planı hazırdı. Onların nihai amacı, Üçler'in alt evrenden gelen yok edici özlerini tamamen yok edemeyeceklerini bile bile, en azından evrenin geri kalanını korumak adına bu kötücül varlıkları mühürleyebilecekleri bir ortam yaratmaktı. Zira bu "her şeyi yutup tüketen enerji"yi serbest bırakmak, evrenin tüm dengelerini altüst edebilirdi.

Savaşın en şiddetli safhasında, sonu gelmeyen patlamalar arasında, Mor Ruh Muhafızı ve Sarı Zekâ Muhafızı öncülüğünde bir plan şekillendi: Altı Muhafız, galaksinin ortasında, yıldız tozları ve gezegen enkazlarından oluşan muazzam büyüklükte bir küre kuracak, bu küreyi çok güçlü büyü ve kozmik enerjiyle sabitleyip Üçler'i içinde hapsedileceği bir tür "dev hapishane gezegen" oluşturacaktı. Bu gezegen, her ne kadar yapay olsa da, doğallığa yakın şekilde evrilecek, yüzeyinde farklı doğa ve yaşam biçimleri barındırabilecek kapasitede olacaktı. Fakat tabanı, Altı Muhafız'ın kozmik iradesinin mühürleriyle sabitlenmiş olacaktı. Bu plan, mantıken uzun vakit alacak bir inşa işiydi; lakin büyük bir kozmetik ve varoluşsal manipülasyonun sihirlerini kullanan Muhafızlar için, eğer birlik olurlarsa mümkün olacaktı.

Bunun için önce, Yeşil Doğa Muhafızı etrafa saçılmış asteroit zincirlerini, gezegen enkazlarını ve göktaşlarını bir mıknatıs gibi çekmeye, devasa bir kütle oluşturmaya başladı. Mavi Zaman, yaratım sürecini hızlandırmak adına bazı alanlarda zamanı esnetiyor, Gümüş Rengi Kaos bu inşaatın rastlantısal çöküş risklerini ortadan kaldırıyor, Kırmızı Güç çarpışmalarda birikmiş enerjiyi yapıtaşlarına aktararak çekirdek oluşumunu besliyordu. Mor Ruh, varlıkların ruhsal enerjilerini yönlendiriyor, Sarı Zekâ da bütün süreci koordine ediyordu. Altı Muhafız'ın omuz omuza çalışması, evrenin ortasında gerçeküstü bir yaratım mucizesi gibiydi: Milyonlarca kilometre çapında kaya, metal, kristal ve kozmik madde bir araya toplanıyor, sonra sanki bir çömlek ustasının ellerindeymişçesine biçim alıyordu.

Üçler, bu korkunç planın ipuçlarını sezinlediklerinde hâlâ kaçmayı deniyordu ama galaksinin ortasında açılan devasa bir çekim (aslında Muhafızlarca kurulmuş bir büyü alanı) onları adım adım yaklaştırıyordu. Runahar'ın alev bedeninde ışık tılsımlarının açtığı derin yaralar vardı, Runashar gölge büyülerini üst üste kaybetmişti, Cahelon ise kolunda ve omzunda kozmik bir yarılma taşıyordu. Üstelik kızıl yutucu da Atea'nın geniş kollarında ilerleyip kendine yeni kütleler çekiyor, orada burada patlayan yıldızlarla devasa patlamalara neden oluyordu. Evrenin ortasında kıyameti andıran bu sahnede, Altı Muhafız sonunda Üçler'i yakalayıp kurguladıkları gezegen çekirdeğinin üzerine çökertti.

Runahar ve Runashar, güçlerini son bir atımlık da olsa kabartarak çevreye amansız saldırılar savurdular. Ne var ki Sarı Zekâ Muhafızı ve Mor Ruh Muhafızı, onları derin bir mühür ritüeline dahil etti. Yeşil Doğa, kızıl alevler ve gölgelerin arasına kendine özgü sarmaşık benzeri bağlar attı, o bağlar yıldız tozundan yapılmışmışçasına ışıl ışıl parlıyor; ama dokunduğu her canlıyı dondurur gibi ağırlaştırıyordu. Mavi Zaman, bir dokunuşuyla Runahar'ın ve Runashar'ın içindeki karanlık enerjinin akışını yavaşlattı, Kırmızı Güç de onların direnmesini engellemek adına ezici bir basınç uyguladı. Son hamlede Gümüş Rengi Kaos, belki bir rastlantı gibi görünen ama aslında planlı bir hareketle, iki dev varlığı gezegenin katmanlarına çekti. Sonuçta, Runahar ve Runashar'ın dev bedenleri, bu yeni oluşan kütlenin derinliklerine dondurularak gömüldü.

O anda yaşanan patlama, evrenin uzak köşelerinden bile hissedilebilirdi. Runashar ile Runahar'ın boğuk çığlıkları, lava benzer eriyik katmanlarının arasında sönümlendi. Muhafızlar, kütlenin dış tabakasını iyice soğutup kristalleştirdikten sonra, oraya gelecekte var olacak uygarlıkların dahi fark etmeyeceği şekilde büyülü mühürler yerleştirdi. Karanlık alevlerden, gölge büyülerinden ve alt evrenin dengesiz özünden gelmiş bu iki dev unsur, artık bu yepyeni gezegenin karnında tutsak kalacaktı. Planın bir parçası olarak, bu gezegene "Tonoflenya" adını layık gördüler: Kozmik dilde "dinginlik" ya da "sis örtüsü altındaki toprak" anlamına gelen, ancak zaman içinde belki farklı biçimlerde de anılabilecek bir isimdi bu.