Dış Ses Başlıyor:
"Dünya büyük, evren daha da büyük. Ama bazı kaderler, kilometrelerle değil... başka boyutlarla ölçülür. Biri Kanada'da, diğeri İngiltere'de. Ama ikisi de... aynı sona yürüyor. Ya da... aynı başlangıca."
Eski… çok eski zamanlarda Leonhart kırallığı vardı insanların mutlu olduğu ve korkmadığı bir krallık bir gün Leonhart kırallığı çok tehlikeli bir düşmanla karşılaştı onu yenemiyor hatta püskürtemiyorlardı bütün krallıkların birlikte savaşdığı bu düşman onların bilmediği bir güçle dolup taşıyor ve yanında insana benzemeyen ve gözlerinden beyaz ışıklar saçan saf karanlıktan oluşan bir orduya sahipti o zamanın Leonhart kıralı David Leonhart o düşmanlarla savaşa bilmek adına yasaklı 3 nesli serbest brakmışdı o nesiller Nebulis, vartikan ve Reaper nesliydi. Onlar kahramanca savaşmış düşmanı püskürtmüş ve krallığın düşmanını mühürlemesine yardım etmişlerdi ama David kazanılan zaferin ardından Reaperlara sırt çevirmiş ve soylarını kurutmuştu o gün krallığı hatta tüm kıtayı kurtarmış 7 Reaper savaşçısı amansızca suikaste kurban gitmişdi ama bir Nebulis kahini olan Endavour iki Reaper ruhunu irade gücüyle hiçliğe yollaya bilmişdi ve kehanete göre o iki ruh bir gün bu krallığa dönecek ve intikamlarını alacaklardı.
Kanada, Ontario – Grey Maple Yetimhanesi
Miller yatağında sırt üstü yatıyor, tavandaki çatlaklara bakıyordu. Yanında radyosu, radyoda 80'lerden kalma hafif cızırtılı bir şarkı çalıyordu.
1.85 boyunda, kaslı yapılı, siyah saçlı, keskin bakışlı ama uykulu görünen bu çocuk 17 yaşındaydı. Ve tam bir "düşünen yakışıklı" modeldi.
Miller, sabahın yedisi olmasına rağmen çoktan uyanmıştı. Parmak uçlarında yürüyerek, diğer çocukları uyandırmadan mutfağa indi. Çaydanlığın yanına gidip musluğu açtı ama beklediği gibi su yerine sadece "gluk-gluk" sesi geldi. Kaşlarını çattı.
-"Mükemmel. Çay olmadan güne başlamak... Bu hayatın bana attığı en büyük tokatlardan biri bu olabilir."
Kendi kendine konuşarak, kahverengi kupasını alıp oturma odasındaki pencerenin önüne geçti. Dışarıda ince bir kar yağıyordu.
-"Burası mı? Burası mı yani benim epik destanımın başladığı yer? Ne bileyim, en azından bir uzay gemisi filan olsaydı," dedi ve gözlerini kapattı.
-"Hey evren! Şu çay meselesini halledersen, seni biraz daha ciddiye alacağım!"
Tam o sırada tavandaki avize hafifçe titredi. Ardından bir ışık huzmesi, tavandan süzülerek odanın ortasına indi. Göz kamaştırıcı bir mavi parıltıyla birlikte Miller'ın çevresindeki her şey yavaşça silinmeye başladı.
-"Çay mı dedim? Şaka yaptım lan, ışınlamaya gerek yoktu!"
Warwick, İngiltere – Mavi Duvarlı Yetimhane
Brien yatağından kalktığında saçları elektriklenmiş gibiydi. Beyaz dağınık saçları her yöne doğru fırlamıştı. Aynada kendine baktı.
-"Kaşım hâlâ çizik. Hâlâ havalıyım. Bugün de Brien günüdür!"
Brien, 17 yaşındaydı. Ama içindeki 10 yaşındaki çocuğu hiç kovmamıştı. Warwick'in en "tuhaf ama etkileyici" çocuğu olarak tanınırdı.
Yanındaki çocuk ona seslendi:
-"Brien, sabah sabah tost makinesine vida takmışsın. Neden?"
-"Çünkü sıradan tostlar beni heyecanlandırmıyor, Jerry!"
-"Ah! Bugünkü keşif raporu: İki paslı vida, bir solmuş dergi ve... ne bu ya? Bir sinema bileti mi 1998'den?"
Yerden eski bir sandık buldu. Sandığın üzerindeki semboller parıldamaya başladı.
-"Oo, kesin içinde lanetli bir prenses var! Ya da en azından eski model bir Gameboy."
Sandığı açtığında içinden çıkan parşömen gözlerini kamaştırdı. Yazılar, tuhaf ama tanıdık bir dille konuştu sanki:
-"Leonhardt seni çağırıyor, Brindson..."
-"Leonhardt mı? Dur bakayım, bu yeni çıkan RPG oyunu mu? Yoksa yine yanlışlıkla büyü kitabı mı buldum?"
Tam o anda gökten inen mavi bir ışık onu sardı ve Brien,
-"Ben kahvaltımı yapmadım ki!" diye bağırarak ortadan kayboldu.
Leonhardt Krallığı – Saray Bahçesi
Bir anda göz alıcı bir ışık patlaması oldu. Sarayın gümüş güllerle dolu bahçesine iki genç düştü. Toz kalktı, çimenler ezildi. Gökyüzü hâlâ hafifçe titriyordu.
Miller ve Brien, çimenlerin ortasında sırt üstü yatıyorlardı.
Brien:
-"Ağzımda toprak var... ve sanırım biri beni omzundan çekti. Hayır, yok... kendi kendime düştüm."
Miller:
-"Ben biraz başımı çarptım galiba. Ama burası... kesinlikle Toronto değil."
O sırada çevreleri bir anda zırhlı askerlerle sarıldı. Gümüş zırhlar, mavi pelerinler, büyük mızraklar...
Muhafız:
-"Geldiler!!"
Brien:
-"Nereye gelmişiz pardon??"
Miller:
-"Burası... Disney sarayı mı? Yoksa cosplay mi?"
Muhafız (sertleşerek):
-"Sizi Kral Pendragon'un huzuruna götüreceğiz. Hemen şimdi."
Brien ve Milleri kollarından tuttu muhafızlar ve yürümeye başladılar o anlarda Brien sürekli muhafızlarla konuşuyordu Miller ise etrafı incelemeye başlamışdı bir anda açıklayamayacağı bir olayın ortasında bulmuşdu kendini konuşmadan sadece etrafa bakınıyordu üstlerine yönelmiş korku dolu ve meraklı bakışlar Milleri tedirgin etmişdi ve koridorlara vardığında dahada şok olmuşdu etraf eski heykellerle doluydu ve kocaman bir kapının karşısında durdular.
Kraliyet Taht Odası – Dev Kapılar Açılıyor
Devasa kapılar açıldı. İçeride, mozaik taşlı bir zemin, sütunlarla çevrili koca bir salon ve kırmızı kadife tahtta oturan bir figür vardı.
Kral Pendragon. Uzun beyaz pelerini, derin gözleri ve dimdik duruşuyla tüm salonu dolduruyordu. Boyu nerdeyse Millerden 5 santim uzundu yaşlı ama tecrübeli olduğu her halinden belliydi bembeyaz uzun sakalları onu dahada korkutucu yapıyordu ve çocukların karşısına gelib durdu ve konuştu:
Pendragon:
-"Demek... geldiniz. Zamanından biraz erken ama... fena değil."
Brien (sessizce Miller'a):
-"Baksana, adam Gandalf'ın emekli versiyonu gibi konuşuyor."
Brienin bu lafı bur anda ortamı germişdi ve Miller Briene dönüp bakdı ve azda olsa ragatlamışdı.
Miller:
-"Ve kesinlikle lider karizması var. Ama ben hâlâ çoraplarımla geldim diye utanıyorum."
Pendragon:
-"isimleriniz!"
Miller:
-"Miller."
Brien:
-"Brien. Çılgın, yaratıcı"
Kral, bir an sustu. Sonra gülümsedi.
-"Bunlar mı... Leonhartın geleceğini değiştirecek iki savaşçı?"
Bir danışman fısıldadı:
-"Majesteleri, biri çorabını ters giymiş..."
Pendragon (fısıldayarak)
-"Görüyorum"
Pendragon:
-"Dinleyin çocuklar. Sizler sıradan insanlar değilsiniz. Kanınızda bir güç var. Ama bunu ortaya çıkarmamız biraz zaman alıcak gibi görünüyor."
Brien:
-"Bir dakika. Ben hâlâ bu tahtın gerçek olup olmadığından emin değilim. Üzerine oturabilir miyim?"
Pendragon:
-"Kesinlikle hayır."
Miller (kendine fısıldar):
-"En azından artık sabah tostuyla uğraşmayacağım. Yeni sorunlarım var: büyü, taç, kehanet..."
Dış Ses Geri Döner
"İki yabancı, bilinmeyen bir taht odasında kaderlerini karşılıyor. Henüz bilmiyorlar ama... bu sadece başlangıç. Reaper soyları uyanıyor. Ve dünya artık eskisi gibi olmayacak."