Leonhardt – Ay Şatosu, Sessiz Bahçeler
Güneş sabahın ikinci ışığını düşürüyordu toprağa. Sarayın uzak, kimsenin gelmediği bölümünde; dev çınar ağacının gölgesi hâlâ serinliğini koruyordu. Miller, gözlerini hafif kısmış, Elion Varell'in birkaç adım önünde durmuştu.
Elion, kahverengi sade giysisinin içinde yere çökmüştü. Ne asası vardı, ne de gösterişli bir sembol. Sanki bir bahçıvanmış gibi doğaya karışıyordu.
Elion (gözlerini kapamış şekilde): "Toprak... sadece üstünde yürüdüğün bir zemin değildir, Miller. O aynı zamanda ruhunun ağırlığını taşıyan ilk tanıktır."
Miller, yere oturdu. Duruşu ilk başta rahattı, ama içinde tanıdık olmayan bir şey kıpırdanıyordu. Elion'un yanında zaman daha ağır akıyordu sanki.
Miller: "Ben hep güçlü olmak zorunda olduğumu düşündüm. Ama burada... sessizlik içinde, ne yapacağımı bilemiyorum."
Elion (yumuşak bir gülümsemeyle): "İnsanlar bağırarak büyür. Ama büyüyen sadece gürültüdür, kişi değil. Sessizlikte gelişen ise... iradedir."
Bir süre sessizlik oldu. Yapraklar hışırdadı. Miller gözlerini çınara kaldırdı.
Miller: "Benim içimde üç şey var diyor herkes. Ama ben bazen hiçbirini duyamıyorum. Sadece karmaşa."
Elion (gözlerini açar): "Üç öz, üç ses değildir. Onlar bir bütünün yankıları. Reaper sana güç verir... ama seni gölgeyle örter. Vartikan sana his verir... ama seni doğanın dengesine bağlar. Nebulis sana sezgi verir... ama senin içini sessizliğe çeker. Bu üçü kendi içinde kavga ederken... sen sadece gürültü duyarsın."
Miller başını eğer, ellerini dizlerine koyar.
Miller: "Peki bu sesleri nasıl ayırt edeceğim? Hangi biri bana ait?"
Elion: "İlk adım, hiçbirine ait olmadığını kabul etmektir. Sen... Miller Auren'sin. O seslerin taşıyıcısı, hizmetkârı değil. Sesler sana ait olacaksa, önce onları tanıman gerek. Bu yüzden bugün sadece bir şey öğreneceğiz: Dinlemek."
Elion, bir taş çıkarır cebinden. Siyah düz bir taş. Avucuna koyar ve Miller'a uzatır.
Elion: "Bu bir Iridion taşı. Binlerce yıl boyunca sadece yankılara dokunmuş. Tutu... ve sessizliği izle."
Miller taşı aldı. Gözlerini kapadı. Önce hiçbir şey hissetmedi. Sonra... bir şeyler değişti. Sanki taşın yüzeyi hafifçe titreşti. Kalbinin atışı bir anda ona ait değilmiş gibi hissettirdi. Taş, dış dünya gibi değildi. O, iç dünyanın yankısıydı.
Miller (fısıldar): "Taş... sanki... kalbimin başka bir dilde attığını söylüyor."
Elion (sessizce): "İşte şimdi başladı. Bu sesi bastırma. Gözlerini kapat ve sadece o yankıyla kal."
Miller gözlerini kapadı. Etrafındaki sesler geri çekilmeye başladı. Rüzgâr, kuşlar, uzak askerlerin talimi… hepsi arka planda kayboldu. Taşın titremesi yavaşladı… ama bir başka şey doğmaya başladı: Miller'ın kendi iradesi.
Sahne geçişi: Bahçede saatler geçmiş, güneş eğilmişti. Elion, hâlâ aynı şekilde oturuyordu. Miller, taş hâlâ avucundayken gözlerini açtı.
Miller: "Ben... sanki içimde biri varmış gibi hissettim. Konuşmadı. Ama bana baktı."
Elion (başını sallar): "İşte o, özlerinden biri. Ama seninle konuşmadıysa, hâlâ yabancıdır. Bu eğitim uzun sürecek, Miller. Ama sonunda... sen onları değil, kendini duyacaksın."
Miller başını sallar. Bu artık bir savaş değil, bir yürüyüştü.
Son Sahne: Arka planda Velora onları uzaktan izliyordur. Yüzünde ciddi ama gururlu bir ifade.
Velora (iç ses): "Miller… bu dünyanın taşıyamayacağı yüklerle doğdu. Ama o taşımazsa, kimse taşıyamaz."
Ay Şatosu – Rezonans Alanının Yanı, Eğitim Yolu
Gökyüzü açık, hava hâlâ hafif serin. Brien ve Arwen, taş zemine paralel uzanmış hâlde şınav çekiyorlar. Alınlarından boncuk boncuk ter süzülüyor. Garron uzaktan onları izliyor—duvarda sessizce dikilmiş bir heykel gibi.
Brien (41. şınavda, nefes nefese): "Yani... 1000 dedi ama... saymayı bıraktı değil mi?"
Arwen (44. şınavda, sakin): "Hayır. Ben sayıyorum. Senin sayıların biraz... yaratıcı."
Brien: "Hey! Ben sadece... dinamik tekrarlarla... kendi iç ritmime göre gidiyorum."
Arwen (gülümseyerek): "Seninki 'ritim' değil, matematiksel ihanet."
Brien (mırıldanarak): "Keşke rezonansım 'konuşarak kandırma' üstüne olsaydı."
Arwen: "Olabilir. Ama bence seninki daha çok 'lafla düşman yorma' tarzında."
Brien (gülerek, şınava devam ederken): "Bak! Bu strateji. Konuşuyorum, düşman dikkatini kaybediyor. Sonra... BAM! Şınav."
Arwen (kaşını kaldırır): "Evet, 'bam' kısmını gördüm. Yere düşerken çıkardığın sesti, değil mi?"
Brien: "Beni küçük düşürme Arwen. Ben burada... sanatsal terlemeler yaşıyorum."
Arwen: "Pekâlâ, Michelangelo. Biraz da güç geliştir."
Brien (kafasını yan çevirip ona bakar): "Sen çok ciddisin. Bu kadar disiplinli olmak... yani... sıkıcı değil mi?"
Arwen (ciddileşir, ama sıcak bir sesle): "Disiplin bana yaşam verdi. Kaos içinde ayakta kalmayı böyle öğrendim."
Brien (bir an susar, sonra tekrar şınava döner): "Hmm. O zaman... ben de kaosun kendisiyim. Dengeni sarsmak için varım."
Arwen (gülümseyerek): "Bu cümle çok… sana ait."
Brien: "Ne, etkileyici mi?"
Arwen: "Hayır. Tam bir baş belası gibi."
Brien (başını gururla sallar): "Teşekkür ederim. Baş belası Auren olarak unvanımı onurlandırıyorum."
İkisinin arasındaki enerji yavaş yavaş bir rekabetten eğlenceli bir uyuma dönüşür. Arwen'in bakışları birkaç saniyeliğine Brien'in ifadesine takılır—neşeli ama inatçı. Güçlü ama savruk. Ve garip şekilde... gerçek.
Arwen (hafifçe iç ses): "Ne kadar farklıyız. Ama bu farklılık… tuhaf bir şekilde iyi hissettiriyor."
Brien (şınavdan yere düşerek): "Evet... tamam. 1000 olmasa da 84'te... ben bu dünyaya veda etmek istiyorum."
Arwen (şınav yaparken): "Ben 112'yi geçtim. Ama devam etmek için bekleyebilirim…"
Brien: "Teşekkürler. Ben de gökyüzünü izlemek için biraz daha yerde kalabilirim."
Garron (uzaktan, alçak sesle): "Yüzüstü durarak güçlenen bir teknik bilmiyorum ama... ilginç."
Brien (dönüp Garron'a): "Garron, sessizliğinle bile beni aşağıladığını hissedebiliyorum."
Sahne kapanışı: Arwen ve Brien Sahne: Ay Şatosu – Rezonans Alanının Yanı, Eğitim Yolu
Gökyüzü açık, hava hâlâ hafif serin. Brien ve Arwen, taş zemine paralel uzanmış hâlde şınav çekiyorlar. Alınlarından boncuk boncuk ter süzülüyor. Garron uzaktan onları izliyor—duvarda sessizce dikilmiş bir heykel gibi.
Brien (41. şınavda, nefes nefese): "Yani... 1000 dedi ama... saymayı bıraktı değil mi?"
Arwen (44. şınavda, sakin): "Hayır. Ben sayıyorum. Senin sayıların biraz... yaratıcı."
Brien: "Hey! Ben sadece... dinamik tekrarlarla... kendi iç ritmime göre gidiyorum."
Arwen (gülümseyerek): "Seninki 'ritim' değil, matematiksel ihanet."
Brien (mırıldanarak): "Keşke rezonansım 'konuşarak kandırma' üstüne olsaydı."
Arwen: "Olabilir. Ama bence seninki daha çok 'lafla düşman yorma' tarzında."
Brien (gülerek, şınava devam ederken): "Bak! Bu strateji. Konuşuyorum, düşman dikkatini kaybediyor. Sonra... BAM! Şınav."
Arwen (kaşını kaldırır): "Evet, 'bam' kısmını gördüm. Yere düşerken çıkardığın sesti, değil mi?"
Brien: "Beni küçük düşürme Arwen. Ben burada... sanatsal terlemeler yaşıyorum."
Arwen: "Pekâlâ, Michelangelo. Biraz da güç geliştir."
Brien (kafasını yan çevirip ona bakar): "Sen çok ciddisin. Bu kadar disiplinli olmak... yani... sıkıcı değil mi?"
Arwen (ciddileşir, ama sıcak bir sesle): "Disiplin bana yaşam verdi. Kaos içinde ayakta kalmayı böyle öğrendim."
Brien (bir an susar, sonra tekrar şınava döner): "Hmm. O zaman... ben de kaosun kendisiyim. Dengeni sarsmak için varım."
Arwen (gülümseyerek): "Bu cümle çok… sana ait."
Brien: "Ne, etkileyici mi?"
Arwen: "Hayır. Tam bir baş belası gibi."
Brien (başını gururla sallar): "Teşekkür ederim. Baş belası Auren olarak unvanımı onurlandırıyorum."
İkisinin arasındaki enerji yavaş yavaş bir rekabetten eğlenceli bir uyuma dönüşür. Arwen'in bakışları birkaç saniyeliğine Brien'in ifadesine takılır—neşeli ama inatçı. Güçlü ama savruk. Ve garip şekilde... gerçek.
Arwen (hafifçe iç ses): "Ne kadar farklıyız. Ama bu farklılık… tuhaf bir şekilde iyi hissettiriyor."
Brien (şınavdan yere düşerek): "Evet... tamam. 1000 olmasa da 84'te... ben bu dünyaya veda etmek istiyorum."
Arwen (şınav yaparken): "Ben 112'yi geçtim. Ama devam etmek için bekleyebilirim…"
Brien: "Teşekkürler. Ben de gökyüzünü izlemek için biraz daha yerde kalabilirim."
Garron (uzaktan, alçak sesle): "Yüzüstü durarak güçlenen bir teknik bilmiyorum ama... ilginç."
Brien (dönüp Garron'a): "Garron, sessizliğinle bile beni aşağıladığını hissedebiliyorum."
Arwen ve Brien yan yana yatıyor, yere bakarken hafifçe gülüyorlar. Yorgun ama birbirlerine karşı daha açıklar. Rekabet yerini yavaş yavaş bir tür... yoldaşlığa bırakıyor.
Gün Batımı – Ay Şatosu'nun Bahçeleri
Eğitim sona ermişti. Güneş, batıya doğru eğilirken gölgeler uzamıştı. Velora, son talimatlarını vermişti. Herkes yorgun ama garip bir tatmin içindeydi.
Arwen, elini alnındaki teri silerek bir kenara çekildi. Brien, kılıcını yere bırakarak yere oturdu. Nefesleri hâlâ ağırdı.
Arwen: "Tam anlamıyla bir eğitim cehennemiydi."
Brien (gülümseyerek): "Cehennem bile bu kadar terli değildir."
Arwen hafifçe güldü. Yorgun ama içten bir şekilde.
Arwen: "Gel. Saray hamamına gidelim. Ben su sesinden başka hiçbir şey duymak istemiyorum."
Brien (ayağa kalkarken): "Yolda uyuyakalırsam beni taşırsın artık."
İkili yavaş adımlarla saraya dönmeye başlarken, Garron sessizce Brien'in arkasında yürüyordu. Ama bu kez adımlarında eski mesafeli soğukluk yoktu. İçinde bir şey değişmişti. İlk kez…
Garron (iç ses): "Bu çocuk… düşündüğümden farklı. Şımarık ya da kibirli değil. Sadece… farklı bir kabuğu var. Ama içi temiz. Saflık gibi bir şey... unuttuğum bir şey."
Brien, bir an durdu. Geri dönmeden konuştu:
Brien: "Garron? Her şey yolunda mı?"
Garron, şaşırmış gibi bir an durakladı. Sonra kısaca başını eğdi.
Garron: "Evet. Ve… teşekkür ederim."
Brien dönüp ona baktı.
Brien: "Ne için?"
Garron gözlerini kaçırmadı ama sesi düşüktü:
Garron: "İçin. Göründüğünden öte biri olduğunu fark ettirdiğin için."
Brien'in ifadesi bir anlık ciddileşti. Sonra o alışıldık gülümsemeyi geri takındı.
Brien: "Göründüğüm hâlimi biraz abarttığımı kabul ediyorum ama… fena da değilim, değil mi?"
Garron (başını sallar): "Hayır. Fenasın. Ama iyi birisin."
İkisi yavaşça yürümeye devam etti. Arwen birkaç adım ilerideydi, ama Brien'in yüzündeki ifadeyi yakalamıştı: Gülümsemenin ardında ciddi bir insan vardı. Gittikçe daha da netleşen biri…
Sahne: Kütüphane Koridorları – Aynı Anda
Miller, Elion Varell'le vedalaştıktan sonra sessizce sarayın doğu kanadındaki eski kütüphaneye yürüyordu. Geniş taş duvarlar, gün batımıyla turuncuya çalan gölgeler içinde yansıyordu.
Kristal kapılar sessizce açıldı.
Kütüphane boştu. Ama raflardan yayılan bilgi, tıpkı yankı gibi Miller'ı karşıladı. Adımlarını ağırlaştırdı, nefesini yavaşlattı. Elion'un öğrettikleri hâlâ zihnindeydi.
Miller (iç ses): "Bu sesleri anlamadan önce... onları yazmalı, okumalıyım. Eğer geçmişi anlayabilirsem… belki sesler de beni anlayacaktır."
O, derinliğe adım atarken, eski kitapların tozu onun yeni yolunu çiziyordu.
Ay Şatosu – Gece, Brien'in Odası
Hamamdan çıkmıştı. Saçları hâlâ ıslak, sabahlığı üzerine atmış, pencere kenarında esneyerek duruyordu. İçinde bir huzur ama bir şey hâlâ eksikti. Garron, her zamanki gibi odanın bir köşesinde dimdik duruyordu.
Brien (havlusunu bırakıp yavaşça konuştu): "Garron… benimle kalmak zorunda olduğunu biliyorum. Ama bu odada... ayakta durman gerekmiyor."
Garron cevap vermedi. Yüzünde nötr bir ifade vardı, ama gözlerinde hafif bir kıpırtı…
Brien (bir an ona baktı, sonra derin nefes alıp bağırdı): "BOLBİN! Ey kahvaltıların lordu, yastıkların efendisi, mobilyaların büyücüsü! Sana... bir görev düşer!"
Garron hafifçe gözlerini kapattı. Belki biraz utanmıştı ama belli etmedi. Kapı neredeyse anında açıldı. Bolbin neşeyle içeri daldı, gözlükleri aşağıya düşmüş, yanakları kıpkırmızıydı.
Bolbin: "Emredin Lord Auren! Tereyağlı bir alarm gibi geldim!"
Brien (ciddi bir ifadeyle, ama hâlâ rahat bir tonla): "Şimdi dinle, kıymetli Bolbin. Garron için bir yatak istiyorum. Ama böyle... tarlaya serilmiş kamp yatağı gibi değil. İnsan yatağı. Ve şu ortadaki koca kraliyet yatağını alın… yerine iki tane tek kişilik koyun. Yan yana. Ayrıca... bir dolap. Onun eşyaları için. Bu adamın zırhı kutsal bir emanet gibi sandıkta beklemesin artık."
Bolbin, gözlüklerini düzeltti. Gözleri hafifçe dolmuş gibiydi, ama coşkuyla cevap verdi.
Bolbin (eli göğsünde): "Lord Auren... ah! Kumaşlar bile ağladı. Bu, zarafetin sesi! Yarın sabah Garron'un yatağı, yıldızlarla kaplı olacak!"
Garron başını eğdi. Belki bir gülümseme değildi yüzündeki, ama ilk kez yumuşak bir sessizlik taşıyordu.
Brien (omuz silkip iç geçirerek): "Sonuçta aynı odada kalıyoruz… bu bir misafirhane değil, birlikte yaşıyoruz. Ve insanlar... ayakta değil, yanında durur."
Garron (iç ses): "Bu çocuk... göründüğünden çok daha fazlası. Ona sadece bağlı kalmayacağım. Ona... kalpten hizmet edeceğim."