Zemin sertti. taş gibi değil, et gibi. Bastığı şeyin canlı mı ölü mü olduğunu anlamak mümkün değildi.
Morak gözlerini açtı.
Ağzı toz doluydu. Nefes almak isterken boğazından kuru bir öksürük çıktı. ama göğsü hareket etmedi.
Kalbi atmıyordu.
Ama nefes alıyordu. Bu...mümkün değildi. Elini kaldırdı. parmağındaki kesikler hala açıktı. Derisi sanki yanmış gibiydi. Yanında Horak kıpırdandı. Ufak bir inilti duyuldu. Horak'a dönerek,
"Yaşıyormuyuz??"
Ama içten içe biliyordu kalbi atmıyordu HAYIR yaşamıyorduk.
Horak yavaşça doğrulurken sırtındaki omur kemikleri çıtırdadı. Yerinden kalktı, dizleri titremedi, kan akmıyordu. Sadece gözleri doldu.
Gökyüzü yoktu. Yalnızca üst üste binmiş karanlık dağlar, yanık kemikler ve gözün alabildiğince yıkıntılar... ve bağırışlar.
Ölmüşlerdi. Ama şimdi...diriydiler. İkiside bir süre sessiz kaldı. Bir ses duyuldu uzaklardan yaratık bağırışımı yoksa birinin son haykırışımı bilinmezdi.
Ne kadar geçti bilmiyorlardı. Saatler??Günler?? Ya da burada zamanın bir karşılığı varmıydı ki. gökyüzü hep soluk kırmızydı. Toprak yanmış et kokuyordu. Peki ya bedenleri?
Morak ellerine baktı. Kapanmayan kesikler, çatlamış derisi bir zamanlar kapanmayan yaraları koyu gri bir tabaka ile kaplanıyordu. Eti yeniden çıkmıyordu. Var olan tekrardan örgüleniyordu. Kendisini iyileşmiş gibi değil evrimleşmiş gibi hissediyordu. Yaraları kabuk bağlamamıştı kabuk kendisi olmuştu.
Horak'ın öfkesi bitmiyordu. Yumruklarını sıktığında kemiklerinin çatırtısı duyuluyordu. Kemikleri artık beyaz değil, siyaha çalan griydi. Kırılmış olan omzu yeniden birleştiğinde normal olarak değilde, keskin ve kaburgamsı bir çıkıntı ile kaynadı." Bedenim eski haline dönmüyor, beni öldüren şey şimdi beni taşıyor" diye aklından geçirdi Horak. Gözlerinin altındaki morluklar geçmedi ama içinde yanan bir şey vardı:
İRADE
İyileşme tamamlandığında hafifçe esen rüzgarı hissettiler. Morak diz çökmüş ellerine bakıyor. Yeniden şekillenen parmakları kasılsa bile hala işlevliydi. Horaksa ayakta sırtını taşa vermiş Morak'ı süzüyordu.
"Horak şuna bak kollarım daha kalın daha güçlü yeni gibiler."
Horak donuk bir ifade ile,
"Elbette tanrını elçisini çiğ çiğ yiyince beden ödüllendirilir."
Morak gülümser dilini dişlerinin arasından geçirerek tıslarcasına,
" Tanrılardan gelen bir etin lezzetli olmamasına imkan yok."
Horak yaslandığı yerden ayrılır.
" Bunun adalet olduğunu mu sanıyorsuın??
Oysaki ben öldürmüştüm ama bütün kudreti sen aldın. Morak ayağa kalkar bedeni tam oturmamıştır hafifçe sallanır.
"Artık ölüm yok Horak... Demekki her darbe sadece bir hatırlatma, Morak gülümser dişleri artık sivridir, ben hatırlamayı severim hele tadı güzel bir şeyse."
Horak gözlerini kısar sesi buz gibidir,
" Ben artık tat almıyorum."
Morak kafasını kaldırır alaycı bir suratla Horak'a bakar,
"Yoksa hala kızgınmısın bana onu sen öldürdün bense sadece değerlendirdim."
Horak birkaç adım atar ve göz göze gelirler,
" senin oburluğun saf gücün yanında nedir ki??"
Morak gülümser.
"Bunu ilerde göreceğiz."
Horak kibirli bir ifade ile düşüncelere dalar:
"Onu ben öldürmüştüm elçinin kanı ellerime damladığımda içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.
Ya Morak o ne yaptı yüzüne bile bakmadan tükenmez iştahı ile sıcak,parlak bir lokma gibi yuttu kutsallığı . Şimdi onun kolları çelik gibi, gözleri parlıyor. benim elimse hala benim değil.
Ahahahahaa
Ama ben farklıyım yutarak değil yenerek güç alırım. Sabırla avımı bekler saf gücümle onu parçalarım. Şimdi ne var biliyormusun?? Bende yiyeceğim. Ama seçtiğimi en yüksektekini ölümün sahibini. O güç benim olmalı.