Bölüm 6: “Yankıların Yükü”

Leonhardt – Sabah Sessizliği, Antrenman Alanı

Güneş doğu uçurumlarının sivri kenarlarından yeni yeni yükseliyordu. Sarayın geniş arazisine soluk altın bir ışık dökülüyor, sabahın ince serinliği eski taşların ve kılıç yağının metalik kokusunu havaya taşıyordu.

Felix, antrenman alanının kenarında tek başına duruyordu. Elleri arkasında kenetlenmişti, bakışları ufka kilitlenmişti—ama zihni çok daha uzaklardaydı.

Miller'ın anlattığı rüya zihninde çınlıyordu: Gölgeden bir orman, yerin altından gelen bir ses ve yıldızlara kadar uzanan alevler... Bunlar sıradan düşler değildi. Miller, ateşin gözünü gördüğünde Felix'in içi ürpermişti. O sembolü bir kez daha görmüştü—uzun zaman önce, yasaklı parşömenlerden birinde...

Bu sadece bir rüya değildi. Kadim bir akımın yankısıydı.

"Melez…" diye fısıldadı Felix.
Bu kelime dudaklarına kül gibi yapıştı.

Kristale dokunulmasından itibaren Miller'ın farklı olduğunu anlamıştı. Ama mesele sadece Reaper olmak değildi. Turuncu-siyah halka, gözlerindeki çift ışık, etrafında dünyanın nefesini tutuyormuş gibi duran o his... Bunlar sıradan savaşçılardan taşamazdı.

Miller sadece Reaper değildi. O daha eski bir şeydi.

"Pendragon neden hiçbir şey söylemedi?" diye mırıldandı Felix. "Neden bunu gizledi?"

Korku muydu bu? Koruma mı? Yoksa suçluluk mu?
Pendragon, Miller'a gerçeği anlatmamayı seçmişti—şimdilik.
Ama onları eğiten kişi Felix'ti. O, öğrenmek zorundaydı.

Ve böylece sabah rüzgârına dalmış, o çocuğun içinde doğan ateşin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Leonhardt Sarayı – Güney Bahçesi

Miller, elindeki tahta kılıcı döndürüyordu ama dikkati dağınıktı.
Brien ise yanında durmuş, kılıcını Miller'ın omzuna dokunduruyordu.

"Uyan rüya çocuk… lav göz hala hayatta mı?" diye sırıttı Brien.

Miller başını sallayıp kendine geldi.

"Düşünüyordum sadece."

Brien, dramatik bir hareketle döndü. "Yine o gizemli alevler, kadim sesler falan mı?"

Miller'in sessizliği cevaptı.

Tam Brien bir espri daha patlatacakken tanıdık bir ses bahçeye yankılandı.

"Sıralanın!"

Felix ilerliyordu. Üzerinde koyu gri eğitim zırhı vardı. Kraliyet muhafızlarının arması omzunda parlıyordu. Yüzü ise ifadesizdi.

"Krallıkta bir gününüz bitti. Şimdi, savaşçılar toprağında uyanma vakti. Bugün…" dedi sertçe, "…halka kontrolünü öğrenmeye başlıyoruz."

Miller'ın önünde durdu.

"Sen. Diğerleri gibi çalışmayacaksın. Çünkü diğerleri gibi değilsin."

Brien göz kırptı. "Yani... ben de farklıyım, değil mi? He?"
Felix hiç cevap vermedi.

"Kristale dokundunuz. İlk halkayı uyandırdınız. Ama anlamadan gelen güç, kabzasız bir kılıç gibidir—tutanı da keser."

Ayağıyla toprağa bir halka çizdi.

"Savaş Halkası Düzeni," dedi, "renkli parlamalardan ve sembollerden fazlasıdır. Vücudun, ruhun ve zihnin aynı frekansta titreşmesidir. Her halka, bu uyumun yeni bir katmanıdır. Birden ona kadar... Potansiyelini parça parça ortaya çıkarır."

Brien parmak kaldırdı. "Peki onuncu halkaya ulaşırsam? Tanrı mı oluyorum, yoksa sadece havalı bir pelerin mi geliyor?"

Felix gülmedi.
"Dünya seni kutsamaz. Korkar. Ve bazen... gömer."

Brien susmayı tercih etti.

Felix devam etti. "Birinci halka, potansiyelinin %10'unu verir. İkinci halka %20... böyle devam eder. Ama her adım, denge ister. Eğer bu dengeyi kuramazsanız, halka size karşı döner."

Miller'a döndü.
"Sen… bu sistemin dışında doğdun. Senin halkan bu dünyanın çevriminden değil. Daha hızlı öğrenmelisin. Daha derin. Ve sessizlikle."

Miller ağır ağır başını salladı. O sorumluluğu hissetmişti.
Brien iç çekti. "Harika. Yanımda lav ruhu ve yürüyen gizem kutusu eğitiliyor. Baskı yok yani."

Felix ellerini şaklattı.
"Yeter. Şimdi… ne öğrendiğinizi gösterin."

Antrenman başlıyordu. Ve gün yeni başlamıştı…

Leonhardt Sarayı – Antrenman Alanı, Sabah Ortası Devamı

Felix yere diz çöktü ve topraktan parmaklarıyla üç iç içe daire çizdi.
Sonra başını kaldırıp Miller ve Brien'e baktı.

Felix:
"Şimdi size içsel uyumu göstereceğim. Halkaların sadece sayılardan değil, rezonanslardan oluştuğunu…"

Kalktı ve Miller'ın tam karşısında durdu.

Felix:
"Miller. Gözlerini kapa. Nefesini yavaşlat. İçindeki halkaya ulaş. Ona sadece bak. Zorla uyandırmaya çalışma."

Miller derin bir nefes aldı. Gözleri kapandı.
Rüzgârın sesi hafifledi. Bahçedeki kuşların ötüşü kesildi.
Zihninde bir karanlık… ardından bir ses…

"Kimsin sen, Miller?"

Kalbinin derinliklerinden yankılanan bu ses onun değildi.
Ama tanıdıktı.
Noctur Veyne'in sesi gibi… ama daha yumuşak, daha içsel.

Birden Miller'ın vücudu hafifçe titredi.
Gözlerinin kenarından ince bir turuncu parıltı sızdı.

Felix (düşünerek):
"Bu... bu hızda tekrar ortaya çıkması mümkün değildi. Kristale sadece bir kez dokundu. Ama… içindeki öz onu çağırıyor."

Felix (yüksek sesle):
"Tamam! Geri çekil Miller. Hemen!"

Miller gözlerini açtı. Gözbebekleri tam turuncu değil, turuncu-siyah spiral şeklindeydi. Nefes nefeseydi.

Miller:
"Ben… onun sesini tekrar duydum. Beni çağırıyor gibi."

Brien (arka planda kılıcını eğip sırıtarak):
"Benim içsel sesim sadece kurabiye istiyor. Demek ki özüm fırıncı."

Felix Brien'a döndü, sertçe.

Felix:
"Şaka yapma. İçsel çağrı, her savaşçının dönüşüm kapısıdır. Seninki henüz uyanmadı ama... çok yakında hissedeceksin."

Brien'in suratı bir anda ciddileşti.
Gözleri istemsizce sağ eline kaydı—sanki bir şey orada çatırdamış gibiydi.

İzole Antrenman – Halka Titreşim Testi

Felix, Brien'i de Miller gibi merkeze aldı.
Şimdi ikisi de iç içe çizilmiş halkaların içinde duruyordu.

Felix:
"Bu alan, bir titreşim alanı. Sizinle rezonansa girerse... iç halkanızın frekansını ortaya çıkarır."

Elindeki tahta asasını yere vurdu.

Birden toprağın altından ince titreşimler yükselmeye başladı.
Halkaların çizgileri ışıldadı.
Brien'in altındaki halka çok hafif beyaz parladı—gözleri kıpırdadı ama aydınlanmadı.

Felix:
"Brien… senin ilk halkan tam açılmamış. Ucundan çatlamış gibi. Yani... ikinci halkaya hazırlık var ama geçiş gerçekleşmemiş."

Brien:
"Yani… gecikmiş halkayım? Bu biraz ayıp değil mi?"

Felix:
"Hayır. Bu biriken güç anlamına gelir. Patladığında… çok daha gürültülü olur."

Miller'ın halkası ise gözle görülür şekilde yoğun titreşiyordu.
Ancak parıltısı kararsızdı: Bazen turuncu, bazen siyah, bazen gri dalgalanıyordu.

Felix (kendi kendine):
"Bu... kontrol edilemez hale gelirse felakete yol açar. Onu sadece eğitmem... aynı zamanda zapt etmem gerek."

Antrenmanın Derin Evresi – Enerji Aktarımı

Öğleye doğru güneş tam tepeye gelmişti.
Felix, iki çocuğun da karşısına geçerek ağır adımlarla yürüdü.
Terliydiler. Yorgundular. Ama gözleri hâlâ öğrenmeye açtı.

Felix:
"Şimdi bir sonraki seviyeye geçiyoruz.
'Aktif halka kullanımı'.
Bu, savaş anında enerjinin doğrudan çağrılmasıdır."

Topraktan birden yükselen taş sütunları gösterdi.

Felix:
"Bu sütunlara dokunmadan önce halkanızı çağıracaksınız. Onlar size karşılık verirse… doğru frekanstasınız demektir. Değilse, dışlanırsınız."

Brien:
"Yani... taş bana küserse öz gücüm eksik mi demek?"

Felix (başını sallar):
"Aynen öyle. Ve küsen taşlar... bazen düşmanlar gibi davranır."

İlk Deneme – Brien ve Taş

Brien derin bir nefes aldı. Gözlerini kapadı.
İçinde bir sıcaklık hissetmeye çalıştı ama... tek gelen şey açlıktı.

Brien:
"Felix… bu öz işi aç karnına zor oluyor."

Felix:
"Odaklan."

Bir adım attı. Taşa yaklaştı. Elini uzattı…

Taş hafifçe titreşti. Ama sonra, içe doğru patladı—birden kum gibi dağıldı.

Felix:
"Henüz dengesizsin. Ama bu… normal. İkinci halkayı hissettiğinde bu taş... sana diz çökecek."

Brien kaşlarını kaldırdı.
Brien:
"Umarım bana kurabiye de getirir."

İkinci Deneme – Miller ve Taş

Miller hiçbir şey söylemeden taşın karşısına geçti.
Eli yavaşça havaya kalktı.
Gözleri değişmeye başlamıştı.

Felix birkaç adım geri çekildi.
Çünkü havadaki aura… değişmişti.

Taş... önce titredi.
Sonra içinden siyah-turuncu bir ışık sızdı.
Taşın üstü çatladı ama... patlamadı.

Birden ışık, taşın ortasında bir halkanın sembolünü çizdi.
Ama bu halka… çift katmanlıydı.

Felix (içinden):
"Bu... bu imkânsız. Aynı anda iki halka? İki güç aynı frekansta?"

Antrenmanın Sonu – Gerilim ve Sessizlik

Enerji dağıldı.
Halkalar silindi. Taşlar kırıldı.
Brien yere çöktü, nefes nefese kaldı.
Miller ise sessizdi. Elleri titriyordu ama gözleri sakindi.

Felix onları izledi.
Sonunda yüksek sesle konuştu:

Felix:
"Bugün... farklı bir gün oldu.
Miller. Senin gücün... benim bildiğim hiçbir düzene uymuyor.
Yarın, seni Pendragon'la özel eğitime alacağım."

Brien (hafifçe el kaldırır):
"Peki ben?"

Felix:
"Sen… yarın halkayla yüzleşeceksin.
Ve umarım taş seni bu kez bağrına basar."

Leonhardt Sarayı – Kraliyet Kulesi, Akşam Vakti

Gün çoktan dağların arkasına çekilmişti. Gök mor-maviye dönmüş, sarayın camlarından içeri uzun gölgeler düşmüştü. Tahta kapıların ardında sessiz bir konuşma dönüyordu.

Pendragon, kuledeki özel çalışma odasındaydı. Gözleri önündeki parşömenlerde ama zihni başka yerdeydi.

Kapı tıklatıldı.

Pendragon:
"Gir."

Kapı açıldı. İçeri General Felix girdi. Duruşu her zamanki gibi dimdikti, ama bu kez yüzündeki ifade karışıktı: hem saygı, hem ısrar.

Felix:
"Yüksek Majesteleri."

Pendragon (başını kaldırarak):
"Ne oldu Felix? Bugün çocuklarla çalıştın. Ne öğrendin?"

Felix (ciddi bir ses tonuyla):
"Yeterince değil. Ama bildiğim bir şey var…
Bu çocuklar bu duvarlar arasında tutulamaz."

Pendragon kaşlarını çattı.

Pendragon:
"Açık konuş."

Pendragon (düşünceli):
"Onları bizzat sana teslim ettim. Eğitimleri senin ellerinde daha güvenli."

Felix (bir adım öne çıkar):
"Hayır, Majesteleri.
Onlar için kılıç savurmak yeterli değil.
Bu çocuklar... sıradan asker değil.
Bunlar ya tarihe geçen savaşçılar olacak,
ya da tarihin sonunu getiren hatalar."

Odaya kısa bir sessizlik çöktü.

Felix, bir parşömen çıkardı. Üzerinde altın mürekkeple yazılmış mühürlü bir belge: Lamora Kraliyet Akademisi'ne Giriş İzni.

Felix:
"Akademi.
Onları oraya göndermeliyiz.
Orada sadece dövüşmeyi değil; kadim büyüleri, halkaların tarihini,
ve kendi soylarının karanlık yönlerini de öğrenebilirler."

Pendragon:
"Henüz hazır değiller."

Felix:
"Hiçbir zaman olmayacaklar, eğer hazır olduklarında yola çıkarsak.
Majesteleri, onlara öğretmem gereken her şey burada sınırlı.
Akademi… sadece bilgi değil, aynı zamanda sınavdır.
Ve bu sınavı geçmeden gerçek halkalarını kontrol edemezler."

Pendragon ağır ağır ayağa kalktı. Pencereden dışarı, yıldızlara baktı.
Konuşmadan önce uzun bir süre sessiz kaldı.

Pendragon (kısık sesle):
onları kaybedemem Felix

Felix:
"Bu yüzden tam da orada olmalı.
Kaos, gizlendiği yerde değil, kabul edildiği yerde kontrol altına alınır."

Bir an daha geçti.

Pendragon (dönerek):
"Brien de gidecek mi?"

Felix:
"Onun içinde ne olduğunu bilmiyoruz.
Ama şunu biliyorum: Miller yalnız giderse, dengesi bozulur.
Brien onun denge halkası gibi.
İkisi birlikte öğrenmeli.
Ve birlikte… büyümeli."

Pendragon başını sallar.
Gözleri kararlı bir şekilde parlar.

Pendragon:
"Peki. Onlara hazırlanma emrini ver.
Ama Felix...
Eğer Akademi onları reddederse, bu krallık da onları kaybedebilir."

Felix:
"Biliyorum.
Ama bazen… kaybetme riskini almadan, kazanmaya giden yol açılmaz."

Leonhardt Sarayı – Antrenman Alanı, Gün Batımında

Gün yavaşça kararıyordu. Antrenman alanında sessizlik hâkimdi. Etrafta kimse kalmamıştı; yalnızca Miller ve Brien, yere oturmuş, sırtlarını birbirine yaslamışlardı.

Toprakta çizili halka sembolleri, gün ışığıyla birlikte silinmeye başlamıştı.

Brien (ellerini toprağa bastırarak):
"Biliyor musun…
Bu halka düzeni bana biraz şey gibi geliyor…
Video oyunlarındaki seviye atlamalar.
Ama… burada gerçekten güçlendiğini hissediyorsun."

Miller (dalgın, kılıcını çevirerek):
"Burada... seviye atlamak sadece daha sert vurmak değil.
Daha ağır şeyleri taşımak zorundasın.
Sanki her halka… biraz daha derine kazıyor seni."

Brien başını çevirip ona baktı.
Gözleri ciddi, alışılmadık bir ciddilikteydi.

Brien:
"Senin halka… farklıydı.
Sadece rengi değil.
Sanki etrafındaki hava bile... başka titreşti."

Miller (hafifçe gülümseyerek):
"Beni ürküttü.
Çünkü… o gücün tamamı ben değilim.
Ama artık içimde bir yer tuttu."

Brien (başını eğerek):
"Bende neden sadece beyaz halka çıktı dersin?
Sade... sıradan…"

Miller (ona dönerek):
"Sıradan bir halka, sıradan bir adam için fazla beyaz parlamaz.
O halka… uyanmış bir şey.
Senin içindeki bir ses belki de."

Brien (gülümser):
"Ses mi? Benim iç sesim genelde 'şu çöreği ye' diye bağırır."

İkisi de kısa bir kahkahayla güldü.

Miller (ciddileşerek):
"Gerçekten öğrenmek istiyorum Brien.
Kendimi… halkamı…
Sadece savaşmak için değil.
Kontrol edebilmek için.
Kendi içimde neyle savaştığımı bilmeden bir savaş kazanamam."

Brien (başını sallar):
"Ben de.
Önceden her şey oyundu. Kaçıştı.
Ama artık…
Burada bir anlam var.
Belki de... ilk kez bir yere ait gibi hissediyorum."

Kısa bir sessizlik oldu. Güneş, ufukta tamamen kayboldu. Gecenin serinliği omuzlarına çökerken, Miller usulca konuştu:

Miller:
"Akademi'ye gidecekmişiz."

Brien (şaşırmış gibi):
"Ciddi misin?
Nasıl öğrendin?"

Miller (omuz silkerek):
"Felix'in yüzünden.
Bir karar verdiğinde, gözleri küçülüyor ve kaşları hafifçe çatılıyor."

Brien (alayla):
"Yani seni eğiten adamı... kaş analiziyle mi çözdün?"

Miller (gülerek):
"Bu da bir halka sayılır bence."

Brien (bir an durur, sonra yavaşça):
"Akademi…
Kulağa korkutucu geliyor.
Ama aynı zamanda...
Doğru yer gibi."

Miller başını sallar.

Miller:
"Bizi yaşatan şey sadece kaslarımız değil Brien.
Halkamızı tanımazsak…
Bir gün kendimize yeniliriz."

Brien (ayağa kalkar, elini Miller'a uzatarak):
"O zaman…
Gidelim.
Ve neyin içinde olduğumuzu öğrenelim."

Miller elini tutar, kalkar. Gözlerinde kararlılık vardır.

Miller:
"Birlikte."